KONULAR

Mahşerin Provası-Ümmetin Kongresi

ABDULLAH BABA (ks) HAZRETLERİNİN

Hac ve Umre Seyahatleri

             Onda açık alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Ve her kim ona girerse emin olur. Ve onun yoluna gücü yeten kimseler üzerine de o beyti hac etmek Allah Teâlâ için bir haktır. Ve her kim inkâr ederse şüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün âlemlerden ganîdir.”(Ali İmran/97)

            Yemen’den bir heyet, Rasulullah (sav) Efendimize geldi ve şöyle dediler:

            ─ Ya Rasulallah bizlere Hac’cın faziletini anlatır mısınız?

            Peygamber (sav) Efendimiz onların bu isteğine ‘Olur’ diyerek devam buyurdu:

 “Kim olursa olsun, Hac ve Umre niyeti ile evinden çıktığı vakit, adımlarını kaldırıp indirdiğinde ağaç yaprakları nasıl dökülürse; onun günahları da öylece dökülür.

Medine’ye gelip, selam vererek benimle musafaha ettiğinde melekler de selam verip onunla musafaha ederler.

Zülhuleyfe’ye gelip yıkandığında Allah-ü Teâlâ onu günahlarından temizler.

            İki yeni elbise giydiği vakit Allah-ü Teâlâ onun iyiliklerini yeniler.

            Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk (Emrine geldim, Allah’ım emrine geldim) dediği zaman Rabbi

            Lebbeyk ve sadeyk, (Sözünü duyuyorum ve sana bakıyorum) cümlesi ile karşılık verir.

            Mekke’ye girip tavaf ettiği, Safa ile Merve arasında Sa’y ettiği zaman, Allah-ü Teâlâ ona çok hayır ulaştırır.

Arafat’ta, vakfeye durdukları, seslerini yükselttikleri zaman, Allah-ü Teâlâ yedi semanın meleklerine, onları överek gösterir. Şöyle buyurur:

            Meleklerim; Semalarımda sakin duranlar! Kullarımı görmüyor musunuz? Uzak yerlerden saçları dağınık, toz toprak içinde “Bana” gelmişler. Mallarını harcamışlar, bedenleri yorulmuş.

İzzetime, Celalime yemin olsun! Onların kötülerini de iyilerinden dolayı bağışlayacağım! Analarından doğdukları günkü gibi, günahlarını bağışlayacağım.

Şeytan taşladıkları, başlarını tıraş ettikleri, Kâbe’yi ziyaret ettikleri zaman, Arş’ın içinden şöyle bir nida gelir;

Bağışlanmış olarak dönünüz, iyilikler işlemeye bakınız. (Ravi; Abdullah b Abbas (ra)

Abdullah Baba (ks) Hazretleri Hacca gitmeden önce bütün tanıdıkları ile helalleşir. Onların gönüllerini alır ve dua ederdi. Hac ve Umre yapacak olan kardeşlerimize şu tavsiyelerde bulunurlardı:

        “Kardeşlerim gideceğimiz mukaddes beldenin ev sahibi; Cenabı Peygamber (sav) Hazretleridir. Onun için oraya gittiğinizde ev sahibi tarafından “Hoş Geldin” hitabına mazhar olmaya çalışın. Secdeye vardığınızda Efendimiz (sav)’in bizi karşılamasını dileyin. “Elini öpüp nur cemalini görmeyi nasip eyle Ya Rabbi!” diye dua edin. Onu görmek için gözyaşı dökün. Aşk ve Muhabbetle Selat-ü Selam getirin. Herkese selam vermeye çalışın, acele etmeyin. Gözünüze, dilinizi ve kalbinizi muhafaza edin. Mescidi Haramdan ayrılmayın, dışarılara gezmeye gitmeyin. Su ihtiyacınızı zemzem içerek karşılayın. Kâbe’nin altınoluğun bakan kısmına oturarak Allah-u Telayı zikredin, dersiniz çekin. Bilenler Kuran okusun. Sağlığı el verenler bol bol tavaf yapsın. Beytullahı seyrederken gözleriniz açıp kapatıp, içinize çekiniz. Hacar’ül Esvedi öpmek sünnet, insanları incitmemek farzdır. Mübarek taşı öpmek için insanları incitmeyiniz. Elbise ve vücut temizliğine dikkat edin.. İnsanları rahatsız etmeyecek güzel kokular sürünelim.   Edep ve tazim ile Huzuruna durun. Teveccühünü kazanmaya çalışın. Allah-ü Teâlâ Hazretlerini çok zikredin. Mescidi Nebevi de kılınan bir vakit namaz için

Peygamber (sav) Efendimiz:

Benim şu (Medine’deki) mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke'deki) Mescid-i Haram dışında, diğer mescitlerde, kılınan bin namazdan (sevab cihetinden ) daha hayırlıdır” buyurmuştur. (Buhari)

Mescidi Nebevide bol bol kaza namazı kılalım. Bol bol salavatı şerife getirelim.

            Mescidi Haram da kılınan namaz için ise;

Diğerlerine nazaran bir vakit namazın yüz bin namaz yerine geçtiğini bizlere haber veriyor.

Bizlerde bunun bilincinde olarak hareket edelim. Kimseyi incitmeyin. Kimsenin hatasını aramayın. Orası alış veriş yapılacak, dünyevi işlerin halledileceği bir yer değil. Orada ne kadar çok Allah’ı zikrederseniz, Rasulullah (sav) Efendimize aşk ve muhabbetle Salât-ü Selam getirirseniz, sürekli Allah-ü Teâlâ ile beraber olursanız; yaptığınız ibadetten o kadar zevk alır, huzur bulursunuz. Allah-ü Teâlâ cümlemize bu feyiz ve bereket ile Hac ve Umre yapmayı Peygamber Aleyhissalât-ü vesselam Efendimizin Cemalini görmeyi nasip eylesin!” diye dua ederdi.

Abdullah Baba (ks) Hz.leri her halini, yaşantısını bütün her şeyini uğruna feda ettiği Peygamber’i Zişan (sav) Efendimizin huzuruna vardığında kendisini O’nun kapıcısı, hizmetçisi olarak görür. Büyük bir edep ve tevazu ile mübarek günlerini ikmal ederdi. Dervişleri ile bir araya geldiğinde Halakayı Zikir oluşturur. Kâbe-i Muazzama da, Medine-i Münevverede ve daha pek çok mukaddes mekânlarda Allah-ü Teâlâ Hazretlerini zikreder. Peygamber (sav) Efendimize Salât-ü Selam getirirdi.

Hac ve Umre seyahatlerin de dervişlerinin haricinde O’nun manevi ikliminden faydalanan diğer ülkelerden insanlar da vardı. Efendi Hazretlerindeki zahiri ve manevi güzellik karşısında pek çok insan mest olmuş ve onunla tanışma şerefine nail olmuşlardı.

Efendi Hz.leri hac farizasını yerine getirmek için gittiği bir dönem Beytullah’ta sohbet ederlerken şöyle bir soru sorar:

            ─ Allah’ın (cc) beyti ne renktir?

            Oradan bir kişi:

            ─ Siyah örtülüdür, rengi siyahtır Efendim. deyince

            Efendi Hz.leri bunun üzerine şöyle devam etti:

            ─ Kardeşlerim! Beytullah’ın nuru her gün değişir. Her gün farklı bir nuru olur. Bunu ancak basiret gözü açık olanlar görür. Ramazan ayı geldiğinde, bütün Peygamberlerin (as) ruhları oradadır ve tavaf ederler. Evliyalar gelir, tavaf ederler. Melekler gelir tavaf ederler. Bu şekilde nur Arş-ı Alâ’ya kadar yükselir. Arş-ı Alâ’nın hududu yoktur ve orada da nur vardır. O nurun etrafında melekler vardır, onlarda tavaf ederler.

            Cenab-ı Zü’l-Celal Hz.lerinin beytine üç zümre çağırılır.

            Birinci zümre Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin çağırdığı,

            İkinci zümre İbrahim (as)’ın çağırdığı,

            Üçüncü zümre ise Şeytan-ı Lâin’in çağırdıklarıdır.

            İbrahim (as)’ın çağırdığı zümre;

            Cenabı zül Celal Hz.leri, İbrahim(as)’a;

            Ey İbrahim! Şu dağın tepesine çık ve kullarımı davet et! Buyurdu. Bunun üzerine; İbrahim (as) Arafat dağına çıktı ve:

            ─  Ya Rabbi! Ortada hiç kimse yok ki. Kimleri davet edeyim? diye sordu.

            Cenabı Zül Celal Hz.leri İbrahim (as)’a şöyle buyurdu:

            ─  Ey Halilim! Sen, tevazuda bulunan, inim inim Allah için inleyen, kullarımı çağır. Âdem (as) ve Havva(yani baban ve annen) o dağda birleşti. O dağda nida et.” buyurdu.

            İbrahim (as) dağa çıktı. Fakat dağdan inilti sesleri yükselmeye başladı. Zira İbrahim (as) Beytullah’ı yaparken o dağdan taş almadığı için, dağ ağıt yakmaya başladı.

            ─ Ya Rabbi! Senin beytine benim taşımdan almadı. Bu kadar ben enginim. Bu kadar acizim. Ne olur Ya Rabbi! diye Allah-ü Teâlâ Hz.lerine niyazda bulundu.

            Bunun üzerine Cenabı Zül Celal Hz.leri dağa şöyle seslendi:

            ─  Ey dağ! Bana olan bu muhabbetinden dolayı beytime ibadete gelen insanlar senin huzuruna, senin mevkiine gelmedikleri, vakfeye durmadıkları müddetçe, onların dualarını ve haclarını kabul etmem buyurunca; dağ bir anda sakinleşti.

            İbrahim (as) bu müjde üzerine dağa çıktı. Âdem (as)’ın Havva validemiz ile birleştiği yere geldi;

            Ya Rabbi! Ortada hiç kimseler yok. Kimi çağırayım?

            Cenabı Zül celal Hz.leri:

            ─ Ey Halil’im sen çağır. O nidayı, ben o kullarımın ruhlarına duyururum. 

            İbrahim (as) bunun üzerine:

Ey Allah’ı sevenler, Allah rızası için helal lokma yiyenler, Allah’a ibadet eden abid kullar; Allah’ın beytine tavafa gelin. dedi.

Biraz sonra “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diye her taraftan sedalar yükselmeye başladı. İbrahim (as) o kadar sevindi ki; sedalar arttıkça dört bir etrafında dönmeye başladı. “Aman Ya Rabbi!” diye hayrete kapıldı. Cenabı Zül Celal Hz.leri nida etti:

─  Ey Halilim! İşte ben O ruhlara duyururum.” buyurdu.

            O anda Şeytan aleyhillane İbrahim (as)’in arkasından dağa koştu. Aynı yere vardı.

            ─  Ey Allah’ı sevenler! Bazen benim emrimi yerine getirenler! Sizler de gelin Allah’ın beytine Ha! Ayrı düşmeyin, onların içinden sakın ayrılmayın Ha! Dedi. “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diye onların sedası da geldi

            Bu durumu gören İbrahim (as) hayret etti. O anda Cenabı Zül Celal Hz.leri Cebrail (as)’ı gönderdi.

            ─ Ey Cebrail! Benim de sevdiklerim var. Sen de onları çağır! Cebrail(as):

            ─  Ey Allah’ın sevdikleri” deyince; sadece “Lebbeyk” diye bir ses geldi ve ardından seda kesildi.

            Peygamber (sav) Hz.leri ashabına anlatıyor. Mezhep imamlarımız da anlatıyor. Günümüze kadar gelen rivayetlerdeki bu üç seda nedir?

            Birincisi;

            Helal lokma ile helal rızkla abid olan, ihlâslı olan, hiç kimseyi incitmeyen, kanaatkâr olan, temiz olan, Allah ve Resulü için aşk ve muhabbetle helal parası ile gelenler. İbrahim (as)’in nida edipte o nidaya ruhunun cevap verdiği insanlardır.

            İkincisi;

            Şeytanın çağırdıkları insanlardır. Bunlar da; ortağına hile yapan, kardeşlerinin hakkını yiyen, bacılarına, kızlarına miras vermeyen, tarlasında ne bulduysa hepsini alan, hak sahiplerinden kaçıran, Faiz yiyen, kumarla, rüşvetle para biriktirenler. ( Haram lokma denildiği zaman hepsi girer).Ölçü ve tartılarını düzgün yapmayan , (bir anda köşeyi döneyim) diye hak gözetmeyen

            “Parası olana farz olur hicaza gitmek, yahu senin de mali durumun iyi sende hacca git” derler.

            Ailesinden, oğlundan utanır. Hacıdan, hocadan utanır ve ; “Olur canım ben de gideyim de, iyilerin içerisinde bulunayım. Allah beni affeder” diye gidenler de şeytanın nida etmiş olduğu insanlardır.

            Üçüncü grup ise;

            Allah’ın (cc) çağırdıklarıdır. Bu konuya bir örnek vererek anlatayım inşallah;

            Bizatihi buna şahit olduk. Her vazifemizi bitirdik, bayramı yaptık. Üçüncü bayram günü insanlar ellerinde kalan yiyecekleri, içecekleri hep dağıttılar. Yüklerini otobüse koydular. Bir kardeşimiz, aslen Kayserili fakat Ankara’da oturan yaşlı bir hacı Efendinin yüklerine yardım etti, otobüse yerleştirdi. Ailesini çağırdı ve otobüste yerlerine oturttu. Daha sonra o yaşlı hacı Efendi de gitti ve yere oturdu.

            ─  Hacı Efendi kalk. Hadi otobüse bin!

            ─  Yok, buradan kalkmam. Dedi. İmkânı yok kaldırmanın...

            ─  Hacı Efendi kalk. Dedik. Yine:

            ─  Kalkmam” dedi ve şöyle devam etti.

            ─  Cesedim burada, ruhumda burada kalacak. Siz gidin, size uğurlar olsun! Ben Allah’ı seviyorum! Allah’(cc)da beni burada bıraktı! Cesedim de buraya aittir.”

            Bu duruma şahit olan orada ki herkes ağlaya, ağlaya bir hal oldu. Dönüş vakit geldi.

            ─  Haydi, güle güle! Allah’a emanet olun!” dedi.

            Ailesini otobüsle gönderdi. Onlar gittiler, arkasından oracıkta vefat etti. Biz de cenazesini kaldırdık. Cenaze namazını kıldık. Yanımdaki arkadaşlar da o zatın cenazesini gördüler. İşte bunlarda Allah’ın sevdiği insanlardır.

            Rasulullah (sav)’e:

            – Amelin hangisi efdâldir? diye sordular.

            – Allah’a ve Resulüne iman. buyurdu.

            – Ondan sonra hangisi? dediler.

            – Allah yolunda cihat. buyurdu.

            – Ondan sonra da hangisi?  diye sordular.

            – Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) Hac.(Buhari, Müslim), cevabını verdi.

            Abdullah Baba anlatıyor:

            “ Hicaza giden kardeşlerimiz! Umre yapan kardeşlerimiz! Kâbe’de tavaf Allah rızası için yapılır, farzdır.

            Kâbe’nin dış kapısından girmeden önce el göğse konur ve selam verilir. Niyet edilir. “Senin rızan için itikâfa girdim” denilir. Dünya kelamı konuşulmaz. Bir ihtiyaç için dışarı çıktığınızda itikâftan çıkmış olursunuz. Gelince yine aynı şekilde niyet alınır ve ibadetlere devam edilir.

            Bu itikâfın hikmeti; Rüknü Yemani ile Hacerül Esved arasında yetmiş peygamber vefat etti. İtikâfta ruhunu teslim eden peygamberler bu hal üzereydi. Onun için bu şekilde itikâfa girilir. Kimin için tavaf yapılacaksa; niyet edilir.

            Tavaf ve Say Esmaları şunlardır

            1.  La İlahe İllallah (1.şaft)

            2.  Allah Allah Allah Allah (2.şaft)

            3.  Hu Hu Hu Allah (3.şaft)

            4.  Hay Hay Hay Allah (4.şaft)

            5.  Hak Hak Hak Allah (5.şaft)

            6.  Kayyum Kayyum Kayyum Allah (6.şaft)

7.      Kahhar Kahhar Kahhar Allah (7.şaft)

            Hacerül Esvede varılıp tekbir getirdikten sonra tavaf duası okunur. Tavaf esması söylenerek Kâbenin etrafında dolaşılır. (Sa’y yaparken de aynen yapılır)

            Rüknü Yemani’ye gelince (Bismillahi-Allahüekber) tekbir getirilir. Salâvat-ı şerife söylenir.

            Hacerul Esvede gelince Rabbena duaları okunur.

            Yedi şafttan sonra kenara çekilip 2 rekât namaz kılınır. 3 İhlâs 1 Fatiha ile kimin için yapmışsak; ona bağışlanır.

            Kâbe-i Muazzama’ya bakarken o bir nurdur. O nuru gözüne çek! Sonra gözünü kapat ve içine dök! Bunu defalarca yap! Nur ruhuna nakşolunur. Allah-ü Teâlâ Zikredilir.

            “Ya Rabbi! Baş açık, yalın ayak huzuruna geldim! Malımı, mülkümü, evladı iyalimi, her şeyimi bıraktım. Ben şimdi ölüm anında, mahşer yerinde gibiyim. Ne olur günahlarımı affeyle!” diye dua ve niyazda bulunun.

            Bu mübarek beldeye saniyede yüz yirmi rahmet iner. Altmış tanesi tavaf edene, yirmi tanesi Kâbe’yi nazar edene, yirmi tanesi namaz kılana, yirmi tanesi de Safa ile Merve arasında Sa’y edene iner.

            Cenabı Zül Celal Hz.lerine Hamd edelim, şükredelim, zikredelim. Peygamber Aleyhissalatü vesselam Efendimizi çok sevelim. O’na salât-ü selam getirelim. Tavaf ederken önce;

            A. Kendimize

            B. Peygamber Efendimiz’e (sav)

C. Diğer Peygamberlere

            1. Hz. Adem

            2. Hz. İbrahim

            3. Hz. Nuh

            4. Hz. İdris

            5. Hz. Hud

            6. Hz. Salih

            7. Hz. Lût

            8. Hz. İsmail

            9. Hz. İshak

            10. Hz. Yakub

            11. Hz. Yusuf

            12. Hz. Eyyüb

            13. Hz. Şuayp

            14. Hz. Musa

            15. Hz. Harun

            16. Hz. Yuşa

            17. Hz. Süleyman

            18. Hz. Harun

            19. Hz. Davut

            20. Hz. İlyas

            21. Hz. Elyasa

            22. Hz. Yunus

            23. Hz. Zekeriyya

            24. Hz  Yahya

            25. Hz  İsa ve bütün peygamberler.

D. Halifeler   

            1. Hz. Ebubekir-i

            2. Hz. Ömer

            3. Hz. Osman

            4. Hz. Ali       

            E.Sahabeler

            1. Ashabı Bedir

            2. Ashabı Uhud

            3. Ashabı Hendek

            4. Ashabı Hayber

            5. Ashabı Suffe

            6. Ashabı Ensar

            7. Ashabı Muhacirin

            8. Ashabı Huneyn ve bütün Sahabeler , Tabiin ve Tebe-i Tabiin.

           

 

 

            FEhlibeyt ve bütün hanım Evliyalar

G. Mezhep İmamları

1. İmamı Azam Ebu Hanife,

            2. İmam Şafii

            3.İmam Maliki

            4. İmam Hanbeli

            5. İmam Şarani

            6. İmam Rabbani

            7. İmam Gazali

            8. İmam Buhari

            9. İmam Şibli

            10. İmam Muhammed

            11. İmam Ebu Yusuf

            H. Piranlar

            1. Seyyid Abdulkadir Geylani

            2. Seyyid Ahmed-i Kebiri Rufai

            3. Seyyid Ahmed Bedevi

            4. Seyyid İbrahim Dusuki

            5. Seyyid Ebu’l-Hasan Şazeli

            6. Seyyid Sadettin Cibavi

            7. Mevlana Celaleddin Rumi

            8. Seyyid Hacı Bektaş Veli

            9. Ömer Sıracüddin Halveti

            10. Muhammed Bahaeddin Nakşibendi

            11. Hacı Bayram Veli

            12. Aziz Mahmut Hüdai

            I. Bütün Evliyalara

            1. Üçler, Yediler, Kırklar, Ricalü Gayb Erenler

            İLailahe İllallah Muhammeden Rasululllah diyen;

            Üzerimizde Hakkı bulunan, selam alıp verdiğimiz bütün Ümmet-i Muhammede hediye ediyorum sen vasıl eyle Ya Rabbi! diye dua edin.

            Hep görüyoruz, insanlar; anneleri, babaları ve yakınları için tavaf ediyor, hac ve umre yapıyorlar. Rasulullah (sav) Efendimiz bizim için (Ümmeti için) hac ve umre yapmış, kurban da kesmiştir. Âcizane bizler onun için hac ve umre yapıp, nefsimize bunu kabul ettirebilirsek, şükretmemiz lazım.

Abdullah Baba (ks) Hz.leri Ravza’da yaşadığı bir Hâli bizlere şöyle anlattılar

Yurt dışından hac için vize aldıktan sonra;

Kendim için gittim. Annem ve babam için gittim. Bu seferde Muhammed ül Mustafa (sav)Hz.leri için gideyim, dedim. Her işimiz, amel ve ibadetimiz kendimize ait; ama sevapları Muhammed ül Mustafa’ya (sav) ait, dedim.

Ravzayı Mudahharaya geldik. Orası öyle mukaddes bir beldedir ki orada, şeyhler, âlimler, âşıklar, abidler ve daha nice Allah’ın salih kulları vardır. Aman Ya Rabbi! Ne mübarek bir belde, diye ravzadan içeri girerken O anda manen şöyle seslendiler:      

            ─ Nevşehirli Mahmut oğlu Abdullah; Muhammed ül Mustafa (sav) seni çağırıyor.

            O anda bende bir hal oldu. Ravza’dan içeriye girdim.

            Rasulullah (sav) Efendimiz, kilim parçasına benzeyen, çok desenli bir seccadenin üzerinde oturuyordu.

             Peygamber (sav) Efendimiz, bana:

            ─ Gel Abdullah’ım, diye hitab edince kendimden geçtim, ağlamaya başladım. Mübarek eline sarıldım, elini öptüm.

            Ayağa kalktı ve:

            ─ Evladım Abdullah, bu seccadeye sen oturacaksın. buyurdu.

            ─Hayâ ederim, Ya Rasullallah! Ben buraya layık değilim,  Peygamber (sav) Efendimiz:

            ─ Otur Evladım, dedi.

            İkinci sefer yine;

            Oturamam, Ya Rasulallah deyince Peygamber Efendimiz üçüncü sefer yanına bir seccade daha serdi. Ve serdiği seccadeye kendisi oturdu. Bana da kalktığı seccadeyi işaret ederek:

            ─  Otur Abdullah’ım dedi.

            Ben de oturdum. Aramızda cam gibi şeffaf bir perde vardı. Perdeden cemaline bakıp bakıp ağladım. Bir müddet sonra kendime geldim.

            Ya Rabbi!

            Sana Hamd-ü senalar olsun! Bu Haccımızın sevabını Muhammed ül Mustafa’ya hediye ettik. Çok şükür.

            Ümmi olduğum için çok üzülüp hicap duymaya başladım.

            Ben nasıl oldu da Rasulullah Efendimiz’in oturmuş olduğu seccadeye oturdum. Bu küstahlık değil midir? Bu nasıl oluyor? diye bir üzüntü içerisine girdim.

            Hicaz’dan Türkiye’ye döndükten sonra Sivas’a gittik. Oradan Malatya’ya, daha sonra Elazığ’a geldik. Elazığ’da Molla Bahri Hz.leri var. Kendisi alim bir zât, hem Şafi mezhebinden, hem de Hanefi mezhebinden fetva verebilecek makamdadır. Aynı zamanda Kadiri Tarikatına müntesib bir Allah dostudur.

            Molla Bahri Hz.leri, 1985 yılında manevi görev alışımızı görmüş. Bizi ilk tebrik ve tasdik eden bir zattır. Kendisiyle Hicaz’da da beraberdik. Ne kadar Şeyh ziyaret ettiysek (sekiz, dokuz tane) sadece üç tanesi iadeyi ziyarette bulundu. Bunlardan birisi de Molla Bahri Hz.leriydi. İlmi ile amil olan bir insan olduğu için Ravza’da yaşadığım manevi olayı anlatıp onunla paylaşmak istedim. Bu sebepten Elazığ’a ziyaretine gittik.

            Bizi buyur etti, kucaklaştık.     Bir müddet sohbet ettikten sonra Molla Bahri Hazretlerine dedim ki:

            ─ Benim içimden çıkmayan bir uhde var. İlmim olmadığı için de yaşadığım bu olayın içinden çıkamadım.

            Molla Bahri Hz.leri:

            ─ Nedir Kardeşim? dedi.

            Meseleyi anlattım.

            Molla Bahri Hz.leri çok memnun oldu

            ─Edepten üstün emir vardır. Sen edebini, hayânı ve ihsanını göstermişsin. Çok güzel. Ama Bu yaşadığın manevi olayda Rasulullah (sav) Efendimize uyman gerekiyor. Zira O emir verdi. Emre itaat gerek! Emre itaat ettiğin için yine yan yana oturmuşsunuz. İşte o cam perde de ahiret âlemidir.  Sen bu dünyadasın, O da ahirette. Cam perdenin şeffaf olması aranızda ki mesafelerin kalktığına işarettir. Tebrik ederim. Allah Mübarek etsin.

            Abdullah Baba (ks) Hz.leri, Allah-ü Teâlâ Hz.lerine tam bir teslimiyet ile bağlanmış. Sevdiklerinin ona karşı olan hürmet ve saygılarını, hiçbir konuda kendine menfaat sağlayacak bir hal ve harekette bulunmamıştır. Bunun en açık örneği; çocukluk arkadaşı 1986 yılında        Efendi Hazretlerine:

            ─ Efendim müsaade ederseniz, masraflarınızın hepsini karşılayıp bu sene sizi de Hacca götürmek istiyorum

            Abdullah Baba (ks) Hazretleri cevaben:

            ─ Kardeşim, sana Hac farizasını yerine getirecek maddi gücü veren Allah (cc), İnşaallah bize de verir! Biz de kendi paramızla Hac ve Umremizi yaparız. buyururlar.

            Nevşehir’deki ihvanlardan birisi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlattı:

            1976 yılı içerisindeydi. Ne Efendimin ne de benim, o zaman hacca gitmeye mali durumumuz müsait değildi. Perşembe gecesi rüyam da; Efendim ile beraber Hacca gidiyoruz. Beytullah’ın örtüsü yok. Briket halinde. Orada Efendimle beraber tavaf ediyoruz. Beytullah bir yukarıya havalanıyor, bir bizim seviyemize iniyor, bir de normal seviyesine geliyordu. Bu şekilde tavaf ettiğimizi gördüm. Sabahleyin gördüğüm rüyayı Abdullah Baba Hz.lerine anlattım bana şöyle söyledi:

            “Allah nasip etsin de, biz de Hacca gidelim, hoca Efendi!”

            1987 yılında ilk defa Irak üzerinden kara yoluyla Hacca gittik. Ben altıncı kafilede Efendi Hz.leride ikinci kafiledeydi. Oraya vardığımızda aynı otele yerleştik. Abdullah Baba altıncı katta, biz on ikinci kattaydık. Ama öyle kalabalıktı ki, Efendi Hz.leriyle bir türlü görüşemedim. Bir gün Beytullah’ta tavaf ederken Efendimi gördüm, hemen yanına gittim. Beni görünce Üstadım şöyle buyurdu:

            ─  Hoca Efendi, bize bir tavaf yaptır. Yaptır ki rüyan gerçekleşsin

            Efendi Hz.leri Beytullah’ta yaşadığı hadiseyi şöyle anlatır:

            Beytullah’ta Kâbe-i Muazzamanın karşısında oturuyordum. Arabistan’da tarikata, şeyhlere karşı aşırı bir tepki var. “Sadece Allah (cc) Muhammed (sav) ve Kur’an var.” diyorlar. Başka bir şeyi kabul etmiyorlar. Kabristanlara gitmiyorlar. Rasulullah Efendimiz’in kabrine dahi gitmiyorlar.        Farz namazları kılıp, sünnetleri terk ediyorlar. Orada bulunan insanlar bize hürmet gösterdikçe, Ehl-i tasavvufu sevmeyen bir Arabın dikkatini çekmişiz, az sonra yanımıza gelerek;

             “Yok, yok. Hak değil” demeğe başladı.

            Bizde Arapça olmadığı için cevap veremedik. Bu sırada yanımıza kırkbeş  yaşlarında birisi geldi. Selam verdikten sonra;

            ─ Ben İran’ın Tebriz şehrindenim ve Türk’üm. Ben de bir zamanlar sapık bir fırkanın içerisinde idim. Kerbela ya gider, “Ya Hasan, Ya Hüseyin” der, kendimizi kırbaçlardık. On iki gün oruç tutar. Su içmez, çay içerdik. Bir gün Humeyni bize; Medresede dünyanın her yerinden, Hz. Ali Efendimizin, oniki İmamların hayatlarını yazan eserleri getirdi. ve şöyle dedi:

            “ Sizler yanlış yapıyorsunuz. Abdestsiz, namazsız, ibadetsiz Allah’a kulluk edilmez. Rasulullaha iman etmeyince imanınız tamam olmaz. Onun için sizler Allah-ü Teâlâ Hz.lerine tövbe edin mali durumu yerinde olanlar Hacca gitsin. Allah’ın beytine, Rasulunun Ravza’sına gidin. Orada 8 gün namaz kılacaksınız” dedi. Ve diğer konular hakkında bizi aydınlattı. Elhamdülillah, ben de şimdi ehl-i tasavvuf oldum. Bu adam sana sataşıyor. Müsaade edersen; aranızda senin vekilin olayım. Sana elçi olayım” dedi.

            Ayetlerle tasavvufun, evliyanın olduğunu hak olduğunu tek tek o Arab’a anlattık. Fakat Arap “hayır” dedi. İnkâr etti ve gitti.

            Mekke’de bir yerde sohbet ediyorduk. O sırada bir ihvanımız gelerek, bize:

            ─ Efendi Baba! Cidde’de Evladı-Resul bir zât var. Musa Kazım Hazretlerinin soyundandır. İnsanlar ona geliyor, okuduğu hastalar şifa buluyor. Keramet sahibi güzel cemalli bir zât-ı muhteremdir. Ziyaret etmek ister misiniz?

            Bende:

            ─ Gidelim İnşaallah!” dedim.

            Cidde şehrine geldik. Evine varınca bizi kapıda karşıladı. Elini öptük, kucaklaştık. Yaşı ilerlemiş olduğu halde, kendisi hizmet etti. Çok hizmet ehli bir insan. Sohbet etmeye başladık. Bana:

            ─ Peygamber (sav) Hz.leri, Türk Müslümanlarını, Türk müminleri çok seviyor. Allah-ü Teâlâ Hz.leri de seviyor” dedi.

            Ben de kendisine:

            ─ Bu söylediğinizin delili var mıdır? diye sordum.

             Şöyle cevap verdi:

            Peygamber (sav) Hz.leri, Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; onu fetheden asker ne güzel asker” buyuruyor.

            Ensar’dan, Muhacirin’den ne kadar sahabe varsa konstantiniyeyi feth etmeye gittiler; ama müjdeyi mazhar olamadılar. Bütün dünyadaki Müslümanlar, Osmanlılar sayesinde rahat ettiler. Ne zamanki Osmanlılar yok oldu. Bütün Müslümanlara zulüm başladı. Osmanlı mirasının üzerinde oturan Türkiye; yine bütün dünyaya İslam’ı yayacak ve lider olacak. Bunu da size müjdeliyorum.

            Efendi Hz.leri ile Umre’ye giden ihvanlardan bir tanesi orada yaşadığı hadiseyi şöyle anlattı:

            1997 yılında Efendi Hz.leri ile beraber umre ziyareti için uçakla yolculuğa başladık. Bir ara Abdullah Baba şöyle söyledi:

            ─ Evladım Medine’ye indiğimizde, ev sahibi “hoş geldin” demezse, halini sormazsa“buyur gel” demezse, yaptığın ziyaret neye yarar.” 

            Efendim böyle söyledikten sonra, Peygamber Efendimiz “Hoş geldin” demezse; diye beni bir telaş, bir korku sardı. Medine’ye indik. Havaalanından bizi otele götürecek arabaya bindik. Şoför arabayı çalıştırdığı anda hâl görmeye başladım. Karşımızda mahşeri bir kalabalık vardı. O anda Peygamber (sav) Efendimiz:

            ─ Oğlum Abdullah geliyor, Ya Ömer! Medine’nin bütün sokaklarına yeşil halılar serin, buyurdular.

            Bu hadiseden bir iki gün sonra, Abdullah Baba (ks) ile birlikte Ravza’ya gidiyorduk. Ranzanın kapısından içeri girerken, birisi oturduğu yerden ayağa kalktı. Yaklaştı ve selam verdi.

            ─  Efendim bana dua edin, dedi.

            Abdullah Baba:

            ─  Sen kimsin? diye sordu.

            Adam:

            ─ Efendim, ben sizi dün akşam Peygamber (sav) Efendimiz ile beraber gördüm. Siz sohbet ediyordunuz. Daha sonra zikir yaptırdınız. Ne olursunuz, bana da dua edin! dedi.

            Bir gün Medine’de davete çağırdılar. Davet sahibi Umman devlet bakanı yamani diye tanınan bir kimse idi. Oteli Ravza’yı görüyordu. İçeri girdik. El-Ezher Üniversitesi’nden profesörler hadis naklediyordu. Biz Arapça bilmediğimiz halde; sanki Türkçe gibi anlıyorduk. Daha sonra başka bir âlim sohbet etti. Onu da dinledik.

            Arkasından zikrullah için oturduk, bağışlamaları yaptık. Selat-ü selam’a geldiğimizde zikir yapılan yer birden bire değişiverdi. Rasulullah (sav) Efendimiz, nurlar içinde bakıyordu. Daha sonra tevhid okumaya başladık. Erzurumlu bir zât, talebesi ile gelmiş. Saçları örgülü ve iki tarafına salmış. Ismi de Zeki Bedevi.

            Tevhid bitince lafza-i Celal’e geçmeden, abdest tazelemek için ara verildi. O sırada örgülü saçlı adam, ıhvanlarımızdan birini küçümseyerek sırtını döndü. Yüzünü de ev sahibine döndü. Ben de bu yaptığı hareketten dolayı üzüldüm. Derken herkes abdestlerini tazeleyip geldi. Lafza-i Celal’e başladık. O anda bir hâl oldu. Pirimiz Abdulkadir Geylani (ks) Hz.leri zikir halakasının ortasına geldi.

            Ben de kendisine:

            ─ Efendim, şu adam kardeşimizi hakir gördü, sırtını döndü, dedim.

            O anda Pirimiz celallendi ve elinde satır gibi bir şeyle, o adamın saçının örgülerini kesti. Yerde dört parça saç duruyordu ve şöyle buyurdu:

            ─  Evladım, bunlar Ümmeti ifsat ediyorlar.

            Daha sonra Zikrullah bitti. Sahurda otele vardık. Efendi Hz.lerinin yanına girer girmez, ben daha kendisine bir şey söylemeden:

            ─ Evladım, Geylani Hz.lerine adam şikâyet edilir mi? Fe Sübhanallah! Azıcık bir hali vardı, onu da aldılar. Söylemeseydin keşke! dedi.

            Bizimle o davette olmadığı halde yaşananlardan manen haberdardı.

            Bir başka ihvanımız şöyle anlatıyor:

            Efendi Hz.leri ile beraber Beytullah’ta ikindi namazını kıldıktan sonra otele gitmek için ayağa kalktık. Efendime doğru bakarken, O’nun, süratle tam aksi istikamette yürümeye başladığını gördük. Hemen arkasından bizde yürümeye başladık. Kâbe’nin yakınındaki ara sokaklardan geçerek, bir yere vardık. Gittiğimiz yerde dışarıda yataklar seriliydi. Uyuyanlar vardı. Değişik bir yerdi.

            Karşımızdan, bize doğru birisi geldi. Abdullah Baba’ya sarıldı. Türkçe değil, Arapçada değil, başka bir lisanda konuşmaya başladı. Abdullah Baba da; o lisanda cevap veriyordu. Uzunca sohbet ettiler. Efendi Hz.leri bize doğru döndü cebinden para çıkarttı ve:

             ─ Bu şahsa biraz para verin, dedi.

            Efendi Hz.leri ile Umre seyahatimizi tamamlayıp Türkiye’ye dönmek üzere uçağa bindik. Beni hareket etmeden önce yanına çağırdı:

            Evladım, Peygamber (sav) Efendimiz “Uğurlar olsun” demezse  “gene gel demezse vay haline” dedi.

            Biraz sonra uçak havalandı. Peygamber (sav) Efendimiz, Ebubekir Sıddık (ra), Ömer el-Faruk (ra), Osman-ı Zinnureyn (ra) ve Aliyel Murtaza (kv) Hz.leri bize dönüp:

            “Allah Kabul etsin! İnşaallah yine buyurun gelin. Gittiğiniz beldelere Allah rahmet etsin. Bütün dervişlerin umreleri makbul olsun. Mübarek olsun buyurdular.

            Bir Başka kardeşimizde şöyle anlatıyor;

            Hac farizasını yerine getirmek için mübarek beldeye gittim Önce Medine-i Münevvere’ye geldik. Orada ki günlerim aşk ve muhabbetli geçiyordu. Lakin Peygamber (sav) Efendimizi göremediğim için çok üzülüyordum. Medine’den, Mekke’ye geçme günümüzde yaklaşmıştı. Bir gün Ravza’da, Türkiye’den tanıdığım bir cemaatin halifesini gördüm. Yanına gittim selam verdim. Kendisine;

            ─  Efendim Peygamber (sav) Efendimizi göremedim. Acaba sebebi nedir? diye sordum.

            O kişi bana:

            ─  Sen ne diyorsun! Biz onları göremeyiz? Ama onlar bizi görür.

            O andan itibaren bende ne aşk kaldı, ne de o huzur! Adeta boş çuvala döndüm. Daha sonra Mekke’ye gittik. Oraya vardığımızda Abdullah Baba Hz.lerinin de Hac için geldiğini öğrendim. Hemen yanına gittim ve kendisine durumumu anlattım.

            Abdullah Baba Hazretleri bana:

            ─ Evladım, Allah’ın Resulünün hizmetçisi dururken onlara niye sordun. İnşaallah görürsün, dedi ve oradakilere sohbet etmeye başladı.

            Mübarek sohbet ederken bende uyku hâsıl oldu. Rüyamda Safa ile Merve arasında say yapıyorduk. Önde Peygamber (sav) Efendimiz ve Abdullah Baba Hz.leri vardı. İçimden Peygamber Efendimiz yüzünü bana bir dönse de cemalini görsem dedim. Tam o anda mübarek cemalini bana çevirdi ve gördüm. Sonra bir de elini öpsem dedim. Mübarek elini uzattı. Elini öptüm ve kendime geldim. O anda Abdullah Baba Hz.leri sohbet ederken aniden bana dönüp:

            ─  Görülür müymüş evladım, dedi.

            Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin Müridlerinden bir kişi yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

            Efendi Hazretleri ile beraber Umrede, Medine’de idik. İftar vakti geldi, ezanın okunmasına da üç, beş dakika vardı. Biz de o gün bir sebepten dolayı dışarıdayız. Normalde her gün ikindi namazından sonra Ravza’da oturur, iftar vaktini beklerdik. O gün ne olduysa dışarı çıktık. Ravza’ya vardık ki, yer bulmak mümkün değil. İkindi Namazından sonra kimse yerinden kalkmıyor. İftar saati bahçede, avluda yer bulmak imkânsız. O anda Efendi Hz.leri:

            ─ Gel evladım, bugün Peygamber Efendimizin kabrinin yanında iftar edelim. Yer buluruz, inşaallah!, dedi.

            Ben de;

            İnşaallah Baba!, dedim.

            Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

            ─  Eğer davet ettiyse yerimiz ayrılmıştır, ama davet etmedi ise ne âla.

            Selam kapısı denilen bir yer var, askerler kapıda duruyor, kalabalık olduğu için de içeriye kimseyi almıyorlardı. Askerler Efendi Hz.lerini görünce hemen bizi içeriye buyur ettiler. Orada iki kişilik yer ayrılmış, başında adam bekliyor. Efendim ile ayrı ayrı sofralara sırt sırta oturduk ve bana şöyle seslendi:

            ─  Elhamdülillah evladım, davet edilmişiz

            Bir gün Beytullah’ta öğle namazı vakti idi. Efendi Hazretlerinin sürekli oturduğu bir yer vardı. Mübarek orada namaz vaktini bekliyordu. Bu arada ihtiyar bir adam çaresizce sağa sola koşturuyor, “hanımım kayboldu” diye bağırıyordu. Bir müddet sağa sola bakındı. Efendi Hazretleri:

            ─ Oğlum şu ihtiyar adama söyleyin. Karşıda ki müezzinliğin direğinin dibine baksın. Hanımı orada oturuyor.  dedi.

            Adam koşa koşa, Efendimin tarif ettiği yere gitti. Biraz sonra hanımı ile beraber, Efendimin yanına geldi.

            ─  Allah sizden razı olsun! Tam sizin tarif ettiğiniz yerde hanımım oturuyordu, dedi.

            Bir gün Beytullah’ta sabah namazını kıldık, arkasından tavaf yaptık. Daha sonra Efendim:

            ─  Evladım derslerimizi de çekelim, ondan sonra gideriz, dedi.

            Biraz tesbih çektikten sonra yağmur yağmaya başladı. Bir anda insanlar dağılmaya başladı. Her taraf su oldu. Altınoluk’tan muazzam bir şekilde su akıyordu.

            Abdullah Baba Hz.leri bana:

            ─  Haydi, gidelim, dedi.

            Ben de:

            ─  Efendim, yağmurun dinmesini bekleyebilirim, dedim.

            ─  Yok, oğlum gidelim, dedi.

            Çıkış kapısına kadar yürüdük. Tam kapıda yağmur durdu. Kaldığımız otel rampa bir yerdeydi. Taksi tuttuk. Taksiye biner binmez, yağmur kaldığı yerden devam etmeye başladı. Arabanın silecekleri yağmura yetişmiyordu.

            Bu arada Efendi Hazretleri başını cam tarafına çevirip iki defa “kalbi, kalbi” dedi. Yağmur ağırladı ve durdu. Şoför Arapça bir şeyler söyledi, çok şaşırmıştı.

            Abdullah Baba Hz.leriyle beraber teravih namazını Ravza’da kıldıktan sonra, otele gitmek için çıkış kapısına doğru yöneldiğimizde karşımızdan bize doğru gayet heybetli dört kişinin hızla geldiğini gördüm gelen kişiler Araplara benziyordu.

            Dördününde başında sarıkları üzerlerinde cübbeli vardı. Tam Efendi Hz.lerinin önüne gelince birden durdular. En önlerinde yürüyen uzun boylu kişi iki eli ile Efendimin başından tutup alnından öptü. Elini de öpmek istedi. Efendim kabul etmedi. Sonra o şahıs dua istedi. Abdullah Baba dua etti.“âmin” dedik. Sonra o adam epey uzunca bir dua etti ve oradan ayrıldık.

            Abdullah Baba Hz.leri ile bir gün Mekke’de teravih namazını kıldıktan sonra otele döndük. Bu arada derviş kardeşlerimiz yemek için sofra hazırlığı yapıyorlardı. Arkadaşlardan bir tanesi Efendi Hz.lerinin yanına gelerek;

            ─  Efendim bir adam geldi, sizi görmek istiyor, dedi.

            Efendi Hazretleri de bana:

            ─  Evladım git bak bakayım, gelen kimmiş, dedi.

            Gittim, adam iki dizinin üstünde havaya zıplayıp, “Abdullah Baba, Abdullah Baba” diye bağırıyordu. nereden geldiğini sordum Filistinli olduğunu söyledi. Fakat öyle kendinden geçmiş bir haldeydi ki ne susturmak nede zapt etmek mümkündü:

            Durumu Abdullah Baba Hz.lerine söyledim.

            ─  Efendim! Galiba meczup birisi. Olduğu yerde zıplayıp, sizin isminizi söylüyor. dedim

            Abdullah Baba Hz.leri de:

            ─ Evladım gidelim, bir görelim bakalım, sıkıntısı neymiş? dedi

            Efendi Hazretleri o meczubun yanına varınca, adam birden sükût etti. Boynunu büktü, sustu kaldı. Ağlamaya başladı ve şöyle söyledi:

            ─ Efendim ben sizi bundan yıllar önce Rufai Hazretleri ile birlikte gördüm. Siz bana ders verdiniz. O zamandan beri sizi arıyorum, nihayet sizi buldum. dedi.

            Efendi Hazretleri bize dönerek:

            ─Oğlum, bu kardeşiniz âşık olmuş. Allah daim etsin, İzzet -i ikramda bulunun. Buyurdular.

            Bir gün Ravza’da Teravih namazını kıldıktan sonra bizi otele götürecek servis arabasının güzergâhına doğru yürümeye başladık. Cennet-ül Baki’yi geçerken Efendi Hazretleri:

            ─  Ağa! Sana ne ikram edeyim, ne istersin? dedi.

            Ben de:

            ─  Efendim, Allah’tan sağlığınızı isterim, dua edin.” dedim.

            ─  Allah razı olsun evladım. Duayı her zaman ederiz. Sen bir şey iste. İçecek mi istersin? Tatlı mı istersin? yemek mi yersin? Sana ne ikram edeyim? Bir şey iste! dedi.

            ─  Sağolun Efendim! Allah razı olsun!” dedim.

            Yolda durdu ve sağ elinin başparmağını göstererek; sol eli ile boğumundan tuttu.

            ─  Evladım, bizim Nevşehir’in bir üzümü vardır. Şöyle olur. Ne siyah ne kırmızı olur. Sen o üzümü bilir misin? dedi.

            ─  Bilmiyorum Baba, dedim.

            ─  Şimdi ele geçse de ikram etseydim! Tadı pek güzel olur evladım! dedi.

            Yürümeye devam ederken, caddeye çıktık, köşeyi dönerken, karşımıza apartman girişi gibi dar bir yerden bir kişi aniden önümüze atladı ve durdu. Avucunun içinde üzüm doluydu. uzattı:

            ─  Abdullah Baba! Üzüm, dedi ve avucundaki üzümleri verdikten sonra kayboldu.

 

 

Gani mevlam nasip etse

Varsam ağlayu ağlayu

Medinede Muhammedi

Görsem Ağlayu ağlayu

 

Hüccac döner yana yana

Ciğerim döndü püryana

Şol zemzemden kana kana

İçsem ağlayu ağlayu