ÜSTADIMIZ ABDULLAH BABA HAZRETLERİNİN MANEVİ IŞIĞINDA YAPILAN PERŞEMBE SOHBETLERİNİN
METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ HALİNE HER HAFTA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ.
GÜNAHIN ZARARLARI

Her bir haram; insanı meşakkate, sıkıntıya ve giderilmesi mümkün olmayan dertlere dûçar kılar. Her haram bir mahrumiyettir. İnsanı hayat çizgisinde daima geride bırakır. Nihayetinde insan, işlemiş olduğu hatalardan, günahlardan ötürü maalesef Allah'ın rızasını kazanma hedefine varamaz. Rabbim cümlemizi muhafaza buyursun.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) Hazretleri:

“Her günah insanın aklından bir parçayı alır, götürür. O parça tekrar insana gelmez.”[1] buyuruyorlar.

İnsan tövbe istiğfar etmiş olsa bile durum böyledir. Dolayısıyla insan, günah girdabına girdikçe aklî melekelerinde yavaş yavaş kayıplar meydana gelir. Neyin hayır, neyin şer olduğunu fark edemeyecek kadar gaflet ve delalet içerisinde sürüklenip gider. Rabbim bizleri bu hallerden muhafaza buyursun inşallah.

İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan tabii ki tövbe istiğfar ederek kurtulmamız mümkündür. Ancak bunun yanında, hatalarımızdan dolayı başımıza gelen meseleler, insanın Allah'a isyan ve tuğyana[2] düşmesine sebep olabilir.

Günümüzden yaklaşık 1200 sene önce vefat etmiş olan meşayıhın ulularından Mansur bin Ammar Hazretleri[3] bir vaazında şöyle diyor:

“Allah-ü Teâlâ'nın hoşnutsuzluğunu (sırf Ondan geldiği için başına gelen belâyı) gizlice içinde tutar ve Ondan başkasına şikâyet edersen, o belâ senin gözünde küçülür ve kalbinde Ondan başkası büyür. Kalbinde Ondan başkası büyüyünce, bu durum dinine zarar verir.”[4]

Yani halinizden, durumunuzdan memnun olmayıp isyankâr olduğunuz zaman, bu isyanınız öyle bir noktaya gelir ki artık dininize, imanınıza ve itikadınıza zarar verir. Allah'ın sizi hidayete ulaştırdığı yerden tekrar geriye delalete düşürüverir. Rabbim muhafaza buyursun.

Bizler, Allah-ü Teâlâ Zülcelal ve Tekaddes Hazretlerinin rızasını kazanmak için bir mürşid-i kâmilin eteğinden yapışan kimseler olarak yolumuza devam edeceğiz. Öyle ki her halimizde, her durumumuzda Allah'ın rızasını kazanmak, Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) Hazretlerine layık bir ümmet olmak ve Allah'ın dostlarıyla hemhal olmak gibi bir derdimiz muhakkak olsun.

 Zamanında bir tüccar varmış. Bu tüccarın da bir kölesi varmış. Bu köle de böyle Allah'ın erlerine, dostlarına âşık bir adammış. Bir gün efendisi dört dirhem verip, “Git pazardan şunları şunları al, gel.” diyor.

Köle giderken evliyaullahtan bir zatın vaaz ettiğini görüyor. Oraya gidip vaazı dinlemeye başlıyor. Vaaz esnasında o veli zat, “İçinizde dört dirhemi olup da şuradaki fakire verecek olan varsa ona dört tane duam olacak.” buyurunca, bu köle hemen elini kaldırıyor:

“Efendim, benim dört dirhemim var. O dört dirhemi ben vermek istiyorum.” diyor.

Efendisinin alışveriş için vermiş olduğu parayı götürüyor, o meşayıh-ı kirama veriyor. O mübarek de parayı yan taraftaki ihtiyacı olana veriyor. Sonra onu karşısına alıp “Sen kimsin?” diye sorunca, “Ben bir köleyim. Efendim bana alışveriş için dört dirhem verdi. Onu da sizin duanızı almak için verdim.” diyor. Şöyle bakıyor:

O zaman evladım ben sana dört duamı yapayım:

“Birinci duam, Allah-ü Teâlâ seni kölelikten azat etsin.

İkinci duam, Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretleri dört dirhemin karşılığında ziyadesini versin.

Üçüncü duam, Allah seni de beni de affetsin.

Dördüncü duam da Allah-ü Teâlâ seni, beni, vaaz edeni ve dinleyenleri de affetsin.” diyor.

“Allah razı olsun, efendim.” diyerek oradan ayrılıyor ve doğruca efendisinin yanına varıyor.

Efendisi “İstediklerimi getirdin mi?” diye sual edince:

“Efendim hiç sorma! Ben böyle böyle bir zatın yanına vardım. Sohbeti pek güzeldi. Ben de o dirhemleri duasını almak için oraya verdim.”

“Peki, dua etti mi?”

“Dua etti, efendim.”

“Ne dedi?”

Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretleri seni azat etsin.” dedi.

Efendisi şöyle bakıyor, evliyanın sözünün üstüne söz söylenmez, “Seni azat ettim.” diyor.

“İkinci duası neydi?”

“Allah-ü Teâlâ bu dirhemin yerine misliyle versin.” dedi.

“Benden sana dört bin dirhem.” diyor.

“Üçüncü duası neydi?”

“Allah-ü Teâlâ beni de seni de affetsin.” dedi.

Efendisi, “Benim ona gücüm yetmez.” diyor.

“Dördüncü duası neydi?”

“Allah-ü Teâlâ seni, beni, vaaz edeni ve dinleyenlerin hepsini affetsin.” dedi.

Ona da benim gücüm yetmez. Ama ben gücümün yettiklerini sana verdim.”

Efendisi o akşam yatıyor. Gece rüyasında Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretlerini görüyor. Allah görülür mü? Ehl-i sünnet vel cemaate göre rüyette[5] görülür. Ancak tecelli-i suri[6] dediğimiz boyutta görünür. Şöyle ki Allah'ın zatı ve ulûhiyeti bir şekil ve şemail olarak görünmez ancak tecelli manasında görülür.

Bu durumu izah edecek olursak A’raf Suresi 143. ayet-i kerimede Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Ne zaman ki Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. 'Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım Sana' dedi. Rabbi ona buyurdu ki; 'Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de Beni göreceksin.' Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, 'Sen sübhansın', 'tövbe ettim, Sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,' dedi.”[7]

Ayet-i kerimede de anlatıldığı üzere Allah-ü Teâlâ’nın tecellisi geldi. Bir nur peydah oldu. O nur üzerinden Musa Kelimullah'a hitap etti. Hitab-ı İzzet'tir. “Len terani ya Musa”yani “Sen beni göremezsin.”[8]

Allah-ü Teâlâ, “Ben görünmem ya Musa!” demedi “Beni göremezsin ya Musa!” dedi. İbnü'l Arabi Hazretleri bunun izahını yaparak “Varlık kırıntıları olduğu için görmedi.” diyor. Ama Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) gördü mü? Evet, ama Cennetü'l Me'vâ'da[9] gördü, değil mi? Sidretü'l Münteha'yı geçti. Cennetü'l Me'vâ'da, varlıktan hiçbir hususiyet kalmayınca...

Ama öteki türlü görme oldu mu? O görmenin adına ne diyoruz biz? Tecelli-i suri diyoruz, değil mi? İtikadımıza, ehl-i sünnet vel cemaate göre görünür.

Hâsılı kelam, Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretlerini o tüccar böylece rüyasında gördü. Allah-ü Teâlâ dedi ki:

“Ey tüccar! Sen bir beşer olarak üzerine düşeni yaptın, onu azad ettin. Ona ziyadesiyle malından mülkünden verdin. Ben de orada vaaz edeni, dinleyenleri, seni, senin köleni ve orada bulunanların cümlesini af ve mağfiret eyledim.” dedi.

Dost meclislerinde Allah-ü Teâlâ Zülcelal ve Tekaddes Hazretlerinin rahmeti, in’am ve ihsanı bütün kullarına bu şekilde ulaşıyor. Rabbim bu meclislerde daim etsin inşallah.

Onun içindir ki Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam), “Duyandan ziyade gören istifade etmiştir.”[10] buyuruyor.

Şöyle ki: Üveys el-Karânî Hazretleri tabiindendir. Yani Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) Hazretlerini görmedi. Görmek için geldi, annesinin nasihatinden dolayı geri döndü, biliyorsunuz.

Fatıma Annemiz anlatıyor: Efendimiz (aleyhisselatü vesselam), hücreyi saadetlerinden çıktı. Yemen tarafına şöyle döndü, “Görüyor musunuz? Yemen tarafından Rahman'ın kokusunu alıyorum.”[11]buyurdular.

Yani Allah'ın sıfatlarında fâni olmuş bir Allah erinin, Üveys el-Karânî'nin kokusunu alıyorum, diyor Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam). Veysel Karani Hazretleri Sıffın Savaşı'nda Hz. Ali Efendimizin yanında şehit olmuştu.

Cenab-ı Vahşi de, Hazreti Hamza (ra)'yı şehit etmişti. Cenabı Vahşi iman ettikten sonra Rasulullah Efendimiz “Sen buraya geliyorsun ama olur ya Hamza gözümün önüne gelir de… sana böyle kalbim kırılmasın. Sen şöyle kenara dur.” dedi.

Görmenin önemine dikkat çekmek için söylüyorum;

Ehli Keşif bakın ne diyor: “İşte o Üveys el-Karani Hazretleri, maneviyatın o kadar derecelerinden gidiyor, gidiyor, en yüksek makama Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretlerine tam vasıl olacak. İmam-ı Rabbani Hazretleri, “O makama geldiğinde, Cenab-ı Vahşi'nin Allah'ın Rasulü ile ilk karşılaştığı anında edinmiş olduğu manevi dereceye ancak ulaşabildi.” diyor.

Neden? Karşısında Allah'ı gören Hazreti Muhammed-ül Mustafa (aleyhissalâtü vesselam) var.  Allah'ı gören var.

Ne diyor Efendimiz (aleyhisselatü vesselam):

“Beni görene müjdeler olsun. Beni göreni görene müjdeler olsun. Beni göreni görene müjdeler olsun.”[12]

Elhamdülillah biz o silsilenin devamı olan Abdullah Baba Hazretlerini gördük mü?

Gördük.

Göremeyen de bizi gördü ve bu yolun müntesibi oldu.

Rabbim ayırmasın, o istikamet üzere yaşamayı hepimize nasip, müyesser eylesin inşallah.

İşte Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam)'ın bu kutlu yolunda; onun edep ve ahlakını, şecaatini takip edecek olursak, inşallah cennet ve cemal-i ilahiye ulaşacağız. Onun için Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam)'ın ümmetine olan düşkünlüğünü, Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) Hazretlerine sevgi ve muhabbet yollarını, inşallah önümüzdeki derslerde de işlemeye gayret göstereceğiz. Onları anlattıkça sevgi ve muhabbet ziyadeleşir. Bu sevgi ve muhabbet görüyormuşçasına insana ulaşır.

İnşallah Efendimiz (aleyhisselatü vesselam)'ın o hal ve durumunu görüyormuşçasına işleyeceğiz. Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) Hazretlerinin aşkından, muhabbetinden mest olacağız.

Rabbim Üstadımız Abdullah Babamızın himmetinden, feyzinden istifade edenlerden eylesin. Rızasından ayırmasın inşallah. Geceniz mübarek olsun. Allah'a emanet olun.

-

[1] Hadis-i Şerif (Beyhaki, Şuabü'l-İman; İbn-i Ebi'd-Dünya gibi kaynaklarda benzer lafızlarla geçmektedir.)

[2] Azgınlık göstererek haddi aşma

[3] Mansur bin Ammar es-Sülemi (v. 840 miladi) - Ünlü bir İslam vaizi ve zahidi. Abbasi döneminde Basra'da yaşamış, döneminin en etkili hatip ve vaizlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Özellikle güzel konuşması, hikmetli sözleri ve dünyaya karşı zühdü ile tanınmıştır. Tasavvufi çevrelerde de saygı gören bir şahsiyettir. Kendisinden sonraki birçok alimi etkilemiş ve sözleri tasavvufi eserlerde nakledilmiştir.

[4] İmam Gazzâlî'nin "İhyâu Ulûmi'd-Dîn"

[5] rü'yet kelimesi tasavvufta “Allah'ı dünyada ve âhirette gözle müşahede etmek” mânasında kullanılır.

[6] Zât-ı ilâhînin veya isimlerinin kendilerinin değil, sûretlerinin, görüntülerinin tecellîsi.

Başkalarının yolun sonunda kavuştukları ve Hakk-ul yakîn dedikleri, bize yolun başında Tecellî-i sûrî olarak hâsıl olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)

Tecellî-i sûrî, sâliki yâni tasavvuf yolcusunu fânî yapmaz. Birçok bağlılıklarını yok eder ise de fenâya kadar götürmez. (İmâm-ı Rabbânî)

[7] Kur'an-ı Kerim, A'râf Suresi, 7:143

[8] Kur'an-ı Kerim, A'râf Suresi, 7:143'ten alıntıdır.

[9] "Barınılacak/Sığınılacak Cennet" anlamına gelir. Kur'an'da (Necm Suresi, 53:15) Sidretü'l-Münteha'nın yanında zikredilen bu cennet, peygamberlerin ve şehitlerin ruhlarının bulunduğu manevi bir makam olarak kabul edilir. Tasavvufi gelenekte ise Sidretü'l-Münteha'yı aşan velilerin ulaştığı, ilahi tecellilerin müşahede edildiği bir mertebe olarak yorumlanır.

[10] Hadis-i Şerif (Buhari, İlim, 76; Müslim, Fazailü's-Sahabe, 210 gibi kaynaklarda "Amellerin en üstünü Allah yolunda atılan bir adımdır. Sonra bir Müslüman'ın ihtiyacını görmendir. Bir de bir Müslüman'ı sevindirmendir." şeklinde genel bir mana vardır. "Duyandan ziyade gören istifade etmiştir." manasındaki bu söz, daha çok kudsî hadis veya hikmetli söz (kelam-ı kibar) olarak değerlendirilir.)

[11] Hadis-i Şerif (Buhari, Menakıb 25; Müslim, Fedailü's-Sahabe 223)

[12] Hadis-i Şerif (Buhari, Fedailü's-Sahabe 5; Müslim, Fedailü's-Sahabe 221)

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK kapsamında toplanıp işlenir. Detaylı bilgi almak için Veri Politikamızı / Aydınlatma Metnimizi inceleyebilirsiniz. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.