SORU ARA

SORULAN SORU

Ledün ilmi nedir? KiÅŸi kendi çabasıyla bu ilime ulaÅŸabilir mi?

CEVAP

Ledün Ä°lmi Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa ve Hızır (as) bahsinde, “Biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiÅŸtik ve katımızdan ilim belletmiÅŸtik.” [1] Ä°fadesiyle haber verilen manevi ilimdir ki Kuranda ifade edildiÄŸi ÅŸekliyle Ledün Ä°lmi; imani noktada gönlünü nazargâhı ilahi kılmış, takvaya,  doÄŸruya ermiÅŸ olan insanlarda Allahu Teâlâ’nın ilminin yansımaları ve bahÅŸettikleridir.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Ledün ilmi, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel iÅŸleyenlere layıktır. BuyurmuÅŸlardır.

Ä°mam Gazali Hz.leri de; Ä°nsan kalbi, çok hassas alıcılar manzumesidir. Zikir, fikir, riyazet gibi esaslarla kalp ÅŸeffaflık kazanır, letafet kesb eder. Hakikatler âlemine parlak bir ayna haline gelir. Böylece, bir kısım hakikatler, sırlar o kalbe akseder. Hassasiyeti ve ÅŸeffafiyeti nispetinde bazı tecellilere mazhar olur. [2] BuyurmuÅŸlardır.

Ledün ilmine kiÅŸi kendi çabasıyla ulaÅŸamaz. Ancak Resulullah (sav) Efendimiz; Bildiklerinizle amel ederseniz bilmediklerinizi Allah size öÄŸretir.  [3] BuyurmuÅŸtur.

Allah dilerse kiÅŸiye takvim yaprağından öÄŸretir, kitaptan öÄŸretir, biri gelir bir mevzudan bahseder oradan öÄŸrenir. Bu da umumi manada Allahu Teâlâ’nın bildirmesidir.

Gerçek manada ledün ilmi ise Allahu Teâlâ’nın ilminin yansımaları, bahÅŸettikleri, lütfettikleridir. Avamın durumuyla havasın durumu da baÅŸkadır.  KiÅŸi Allahu Teâlâ’nın rızasına uygun hareket ettiÄŸi zaman bu ilmin verilmesi beklenebilir ama rızayı ilahiden uzak birisinin de kalkıp bana “ledün ilmi verilsin” diye beklemesi doÄŸru olmaz.

Ledün ilmi, Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin tarifi ile birdenbire verilmeyip, lüzum ettikçe Allah tarafından kalbe ilham edilen bir ilimdir. Nitekim kendilerine rüyalarında irÅŸat vazifesi verilirken, Rasulullah (sav) Efendimiz ile yaptıkları o muazzam görüÅŸmelerinde, bunun böyle olduÄŸunu belirtirler ki Üstadımız bunu ÅŸöyle anlatmaktadır:

“Bize manevi görev verileceÄŸi zaman, Peygamberimiz (sav)’e:

Ya Resulullah! Benim ilmim yok. Ben bu ağır yükün altından nasıl kalkarım. Bu ÅŸerefli görevi ancak Ledün ilmi verilirse kabul ederim; dedim. Hz. Peygamber (sav) ise:

Evladım Abdullah! Ledün ilmi birdenbire verilmez. Lüzum ettikçe Allah tarafından verilir. Hem evladım Seni komutanların, baÅŸbakanların, âlimlerin, vaizlerin, bazı yüksek erkânın yanında, onların sordukları sorularına rahatlıkla cevap verdiren, konuÅŸturan nedir? Ä°ÅŸte bu Allah’ın izni ile Ä°lmi Ledündür. Bu ilim, lüzum ettikçe hâsıl olur tamam mı evladım, dedi.”

“Allah’tan korkun, Allah size öÄŸretir.” [4] Müjdesine mazhar olan, kendisine sırların anahtarları verilen Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri, Tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren, daima kalplerde bulunan sırlara vakıf, bir mana sultanı idi. BulunduÄŸu meclislere âlimlerden, müftü ve din adamlarından pek çok insan gelir, içinden çıkamadıkları konuları, merak ettikleri soruların cevaplarını alırlardı.

Bir gün Sivas’a giden Abdullah Baba Hz.lerinin sohbetine, Sivas merkez vaizi Mustafa Hoca Efendi de misafir olarak gelir. Orada her zaman ki gibi güzel bir gece ve gönüllere ışık olan maneviyat sohbetlerinden bir sohbet ikram olunur. YaÅŸanan olayı Ziya Bey ÅŸöyle anlatıyor:

─ Abdullah Baba Hazretleri, yine bir keresinde ÅŸehrimize geldi ve bir yerde ihvana sohbette bulundular. Bir müddet sohbet yaptıktan sonra: “Sorusu olan var mı kardeÅŸlerim?” diyerek, sorusu olan kardeÅŸlerimizin sorularını beklerken, bu esnada merkez vaizi olan misafir Hoca Efendi söz isteyerek:

Efendim, benim bir sualim var, dedi.

Abdullah Baba, bu kiÅŸinin bir âlim ve vaiz olduÄŸunu öÄŸrenince, ilime ve ilim adamına olan sevgi ve saygısından dolayı:

“Aman hocam, siz bir âlimsiniz, Ben ise ümmi bir kiÅŸiyim. Siz bizim sohbetimizi dinlediniz. Biz de sizin sohbetinizi dinleyelim” diyerek tevazu gösterdiler. Bunun üzerine vaiz Efendi:

─ Efendim, bana sık sık sorular soruyorlar. Biz de elimizden geldiÄŸince cevaplamaya çalışıyoruz. Fakat öyle bir soru sordular ki ben bu sorunun cevabını vermekten aciz kaldım. Benim asıl niyetim bu sorunun cevabını sizin gibi ledünn-i ilme sahip olan bir zattan alabilmek içindir; diyerek sorusunu Abdullah Baba (ks) Hazretlerine tevdi etmek istedi. Efendim de soruyu sormasını istedi. Bunun üzerine Vaiz Hoca Efendi sorusunu sordu:

─ Kur’an-ı Kerim’de durumu anlatılan Hızır (as)’a, Allah-ü Teâlâ Hazretleri kıyamete kadar ömür verdiÄŸi halde, Peygamber (sav) Efendimizin yaÅŸadığı Asrı Saadet döneminde niçin hiç ortaya çıkmamıştır? O kadar savaÅŸ olduÄŸu halde hiçbir kıssada neden ismi geçmiyor?

Bu ilginç soru ve sorunun cevabı hakkında, orada bulunan herkes dikkatini büyük ölçüde, Abdullah Baba Hazretlerinin mübarek aÄŸzından çıkacak cümlelere yöneltti. Abdullah Baba, bir müddet sükût ettikten sonra mübarek aÄŸzından ÅŸu cümleler döküldü:

─ Muhterem kardeÅŸlerim, Hızır (as), Kur’an-ı Kerim’de durumu anlatılan ve ilmi ledün sahibi olarak vasfedilen mübarek bir zattır. Musa (as) ile olan münasebetleri dolayısıyla, Peygamber olarak da deÄŸerlendirilir. Kendisi Asr-ı Saadet döneminin sahibi olan Fahr-i Kâinat Efendimizin doÄŸumundan önce Allah-ü Teâlâ Hazretlerine ÅŸöyle niyaz etmiÅŸtir:

“Ya Rabbi! Sen yüceler yücesisin. Evet. Ben, Senin ledünni ilim lütfettiÄŸin bir kulunum. Lakin yakında ledünni ilim sultanı olan, Âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (sav) dünyaya teÅŸrif edecek. Ben, O’nun döneminde ilm-i ledün sahibi olmaktan hayâ ederim. Ne olur Ya Rabbi, O’nun saÄŸlığında benden bu ilmi al” diye dua edince, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Hızır (as)’ın bu duasını kabul buyurdu.

Bunun üzerine Hızır (as), Mekke ve Medine çevresinde bulunan bölgelere yakın yerlerde, sakin ve uzlet haline uygun bir yaÅŸayış sürdürdü. Nihayet Allah Resulü (sav) Efendimizin mübarek ömürleri tamamlanıp, o mübarek ruhu ÅŸerifleri Yüce Mevla’mızın, yüce katına kavuÅŸtuÄŸu zaman, Hz. Ömer (ra) Efendimiz, kılıcını çekip:

Kim Muhammed (sav) öldü derse, onun kafasını uçururum;” diyerek müdahale edince, orada bulunan sahabeyi kiram arasında bir tedirginlik oluÅŸtu. Ä°ÅŸte bu sırada Mescid-i Saâdet’in kapısında görünen bir kiÅŸi ayeti kerimeyi okuyarak:

“ Her nefis ölümü tadıcıdır!” Diyerek üç defa orada bulunanları uyardı.  (Hikmete bakınız ki, bu ayet Kur’an-ı Kerim’de üç yerde mevcuttur. Kur’an-ı Kerim Al-i Ä°mran suresi ayet 185, Enbiya suresi ayet 35 ve Ankebut suresi ayet 57)

Bunun üzerine Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra):

“Ya Ömer! Allah-ü Teâlâ Hazretleri bakidir. Muhammed (sav) ise fanidir. O Rabbine kavuÅŸmuÅŸtur. Kılıcını kınına sok;” diyerek, Hz. Ömer (ra) Efendimizi teselli ederek, büyük bir kargaÅŸayı önlemiÅŸtir.

Ä°ÅŸte burada devreye giren Hz. Hızır (as)’dır. Bundan sonra da Ümmet-i Muhammed’i zaman zaman irÅŸat etmektedir ve etmeye de devam edecektir, buyurdular.

Bunun üzerine merkez vaizi sormuÅŸ olduÄŸu sorunun cevabını almanın büyük mutluluÄŸu içerisinde, Abdullah Baba Hazretlerinin diÄŸer sohbetlerini dinleyip; kendisine saygı göstererek büyük bir edep ile,

─ Allah-ü Teâlâ Hazretleri sizden razı olsun” diye dua edip ayrıldı.

Efendi Hz.leri ledünni ilme sahip bulunması münasebeti ile insanların cevap bulmakta aciz kaldıkları, kitaplarda bulunması zor olan meseleleri rahatlıkla cevaplar, sıkıntıya düÅŸülen, çözümü bulunmayan konuları, Allah’ın izni ile sonuçlandırırdı.

Mevlana Hz.leri büyük bir bir alim olmasın karşın ledün ilminden yoksundu ta ki ilmi ledün sırlarıyla mücehhez, marifetullah sırrına ermiÅŸ, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarında fâni olarak peygamber varisliyi makamıyla ÅŸereflenmiÅŸ Åžemsi Tebriz’i Hazretlerinin manevi terbiyesi altına girdi, iÅŸte o zaman maddeden mânâya ermeye yani Cenab-ı Hakk’ın ilahi saltanatını gönül aynasından seyretmeye baÅŸladı. Åžemsi Tebriz’i Hazretlerinin Mevlana Hazretlerine öÄŸrettiÄŸi, tozlu raflarda, kitaplar arasında, dilden dile süregelen rivayetler içerisinde nakledile gelen bilgilerin çok ötesindeydi.

“Bir gün tekkede büyük bir, Post’a oturma töreni vardı ve bir ulu kiÅŸiye ÅŸeyhlik rütbesini vereceklerdi. Bütün bilginler, arifler, ÅŸeyhler, filozoflar, emirler ve ileri gelen kimseler o toplantıda hazır olmuÅŸlardı. Åžems Hz.leri ve Mevlana Hz.leri de o toplantıya davet edilmiÅŸler ve birlikte giderek bir köÅŸeye oturmuÅŸlardı. Salonu dolduran bütün ulu kiÅŸiler, her biri muhtelif ilim ve fenlerden sözler söylüyorlar ve tatlı mübahaselerde (çeÅŸitli bahislerde) bulunuyorlardı. Bütün bunları sessiz sedasız dinleyen Åžems Hz.leri, bir ara dayanamayarak yerinden kalktı ve onlara:

“Ne zamana kadar, ÅŸundan bundan rivayet edip, övünecek ve atsız eÄŸere binip, erlerin meydanında koÅŸacaksınız? Ä°çinizde: Kalbim bana rabbimden bu haberi veriyor diyecek kimse yok mu ve ne zamana kadar, baÅŸkalarının asasıyla, ayakta yürüyeceksiniz? Hadisten, tefsirden, hikmetten vesaireden (nakden) söylediÄŸiniz sözler, o zamanda yaÅŸayan ve her biri kendi asrında erlik makamında oturan erlerin sözleridir. Mademki bu asrın erlerisiniz; o halde, sizin sırlarınız ve sözleriniz nerede?” diye ilave etti. Bunun üzerine hepsi de susmuÅŸ, utandıklarından baÅŸlarını öne eÄŸmiÅŸlerdi.

Åžems Hazretleri ilmi ledün sırlarından onlara uzunca sohbet etti. Sözlerinin sonunda:

“Peygamber’e Cebrail vasıtasıyla vahyedildiÄŸi gibi, kalbinin de vahyi vardır... Veli de böyledir: “Benim öyle bir zamanım vardır ki o zamanda; Benim ile O’nun arasına Allah’ın elçilerinden ve Allah’ın yakın meleklerinden biri giremez” ve yine:

“Allah, Ömer’in dili ile konuÅŸur.” sözünün manası, size yüzünü göstermemiÅŸtir. Bu mananın yüz gösterdiÄŸi kimseye de, insanlar teveccüh etmiÅŸlerdir”, buyurmuÅŸtur.

 Bu sözleri iÅŸitenlerden, Åžems Hazretlerine karşı kötü tavırlar sergileyen birçok kimse, Åžems Hazretlerinin engin ilmi ve maneviyatına hayran olarak oldular ve birçok kimse O’na intisap etti.

Ä°ÅŸte Åžems Hazretlerinin Mevlana Hazretlerine öÄŸretmiÅŸ olduÄŸu, Molla Celaleddin’i, ÂÅŸk Eri Mevlana Celaleddin Rumi yapan ilim, ledün ilmi idi.

Fütuhat ’ta arifler sultanı Bayezid’in zahir âlimlerine ÅŸöyle dediÄŸi nakledilmiÅŸtir; “ Siz ilminizi ölüden ölüye aldınız, biz ise ilmimizi asla ölmeyen Diri’den aldık.”



[1] Kehf/65

[2] Ä°hyau Ulûmi’d-Din “Acaibul- kalb”

[3] Aclunî, KeÅŸfül hafâ, II, s.265,h. no: 2542

[4] Bakara /182





Okunma Sayýsý : 13924

Soru Tarihi: 6/16/2016

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadýr.
Bir Yorum Yazýn
Adý Soyadý *
E-Posta *
Yorum *