Sayfa Yükleniyor

Hacı Ebubekir Sıddikî Çorum-i Hz.leri

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri, Gürcistan’ın Ahiska vilayetinde dünyaya gelmiÅŸ. Küçük yaÅŸta Kur-an’ı Kerim’i hıfz etmiÅŸ, kalbi iman ile dolu bir gençtir. Hem hafız olması, hem de sesinin güzel olmasından dolayı, kendisini yetiÅŸtiren hoca Efendi, Ebubekir Baba’ya Samsun’a gitmesini söyler.

─Evladım senin baban yok, git orada vaaz et, der. 

Hoca Efendinin nasihatini tutan Ebubekir Baba, Ramazan ayında Samsun’a gider, orada hatimler okur, müezzinlik yapar. Bu ÅŸekilde Ramazan ayını ibadetle geçirir. Bu arada, camide tanıştığı bazı tasavvuf ehli kimselerle sohbet etmeye baÅŸlar. Onları evine davet eder. Gelen misafirlerin, kimisi Kadiri, kimisi Rufai, kimisi Mevlevi, kimisi NakÅŸibendî, kimisi Åžazeli olan bu tarikat ehli insanları tanıdıkça onlara hayran olur.

─Ya Rabbi! Ben de seni sevmek için fedai, asker olacağım. Ben de talip olacağım, ben de Mürid olacağım, ben de derviÅŸ olacağım, der ve istihare yapar.

Ebubekir Baba (ks) Hazretleri’ne, istiharesinde, kendisini Allah’a vuslat bulduracak, Ä°stanbul’da bulunan, meÅŸayıhın büyüklerinden Aziz Mahmud-u Hüda-i Hazretleri’nin dergâhına gitmesi söylenir.

Hemen yol hazırlıklarını tamamlayıp doÄŸruca Ä°stanbul’a gider. Dergâhın o dönemdeki MürÅŸid-i Kâmili, Mahlası Ruhi diye tanınmış Mehmet RuÅŸen Hilmi Hazretlerine intisap eder. 

Mehmet RuÅŸen Hilmi Hz.leri, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretlerine;

─ Evladım, sen tavlacılık yapacaksın, der. 

O zamanlar da tavlacı; atları besleyen, tımarlayan ve bakımını yapan kiÅŸilere denilirdi. 

Tam yedi yıl üstadının vermiÅŸ olduÄŸu bu hizmeti sürdürür. Bunun yanı sıra günlük derslerini çeker, haftalık sohbetlerine devam eder. Büyük bir ihlas ve samimiyetle bu yola olan baÄŸlılığını gösterir. Yedi yılın sonunda, üstadı kendisine:

─ Gel evladım Ebubekir, sana seyahat göründü, buyurur. Yanına yol arkadaşı olarak Sanemerli Hacı Ahmet Baba ismindeki zâtı verir. Onunla beraber seyahat edeceklerini söyler. 

Eskiden, bir müridin kemale ermesi için, ya seyr-u suluk ettirilir yâda seyahat verilirdi. Tabi bu hadise, maneviyatın iÅŸareti ile olurdu. Tasavvufta ki seyahatin de, kendine göre bazı adap ve erkânı bulunmaktadır. 

Osmanlı Döneminde MürÅŸid-i Kamil olan zâtlara, devlet bir mühür verir. Bu mühür ile seyahate gidecek olan derviÅŸlere, üstadı bir belge hazırlar ve bu belge sayesinde seyahat ettikleri müddetçe, devletin hanlarından, hamamlarından, vakıflarından istifade ederlerdi. 

Bu mübarek zât da bir kâğıda;

“Evladımız Ebubekir ve Sanemerli Hacı Ahmet Babanın, seyahat esnasında devletimizin imkânlarından faydalanmaları uygundur” diye yazar ve kâğıdı mühürler. 

Üstadı Mehmet RuÅŸen Hilmi Hazretleri, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerine elindeki postu göstererek:

─Evladım üzerindeki gömleÄŸi çıkart. Bundan sonra senin gömleÄŸin bu postturder. Postu ortasından deler ve gömlek gibi başından geçirir. Ardından sözlerine ÅŸöyle devam eder;

─Bu post senin hem yatacak yerin hem de seccadendir. Bununla seyahat edeceksin. Zekât almayacaksın, sadaka kabul etmeyeceksin, fitre almayacaksın. Allah’ı seven bunları almaz. Çünkü bunlar fakirlerin hakkıdır. Sen hafızsın, manen zenginsin. Yiyecek hiçbir ÅŸey bulmazsan; üç gün aç duracaksın. Ondan sonra “Åžeyhenlillah, benim karnımı doyurun”, diyeceksin. Seyahatini yaya olarak yapacaksın. Yoldan vasıta ile geçenler, vasıtalarına “buyur ederlerse” bineceksin. Kimsede kusur ve kabahat ararsan, kendi nefsine bak. Nefsini sigaya çek evladım. Allah iÅŸini rast getirsin, der ve gönderir.

Åžeyhi ile helalleÅŸen Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri arkadaşı ile birlikte uzun ve yorucu yolculuÄŸuna baÅŸlar…

Seyahat ederlerken; kendilerine nerelere gidecekleri manen iÅŸaret edilir, ya da rüyalarında ikaz edilirlerdi. Ve seyahat ancak maneviyatın tayin ettiÄŸi yerlere yapılırdı. Tabii, yolculuk esnasında ÅŸimdiki gibi imkânlar yoktu. Olsa dahi, seyahatin adabında yola çıktığın zaman, hiçbir ÅŸekilde bir vesaite binemezdin. Ancak biri durur da götürmek isterse, o zaman binebilirdin. 

Üç gün süreyle, hiç kimseden, aç olsa dahi bir ÅŸey istenilmez. Üç günün sonunda eÄŸer hiçbir ÅŸey yemediler ise, ancak o zaman hallerini arz ederler. Açlıklarını giderecek kadar isteyebilirlerdi. 

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı Sanemerli Hacı Ahmet Baba, her türlü meÅŸakkat ve sıkıntıya göÄŸüs gererek, yalnız Allah’a vasıl olabilmek için bu zor seyahate baÅŸlarlar ve çeÅŸitli ÅŸehirleri gezerler. 

Seyahatleri esnasında vardıkları bir ÅŸehirde üç gün ikamet ederler. Fakat hikmeten, üç gün boyunca onlara; “Kimsiniz? Necisiniz?” diye soran olmaz. Bir lokma ekmek dahi vermezler. Onlar da seyahat adabından olduÄŸu için isteyemezler.

Üçüncü günün sonunda, tam ÅŸehirden çıkarlarken, bir fırının önüne gelirler. Kendi aralarında konuÅŸurlar:

─Åžu fırıncıya durumumuzu söyleyelim. Bize bir tane ekmek versin, der ve içeri girerler. Fırıncıya durumlarını izah ederler. Fırıncı da kendilerine: 

─SapasaÄŸlam adamlarsınız, isteyeceÄŸinize çalışsanıza. Bakın, ben sabahtan akÅŸama kadar ateÅŸin karşısında yanıyorum, çalışıyorum. Siz de gelmiÅŸsiniz benden bedava ekmek istiyorsunuz. Olmaz öyle ÅŸey! diye öfkelenir. 

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri, Fırıncıya: 

─Efendi! Biz senden bir tane ekmek istedik, sen bize bin tane laf saydın. Sadece “vermem” diyebilirdin. Ayrıca “sabahtan akÅŸama kadar ateÅŸin kendisi bile olmayıp, yalnız sana çarpan sıcaklığının yaktığını söylüyorsun. O ateÅŸ nardır ve nuru yakmaz. Allah’ın (cc) izni ile ÅŸu gördüÄŸün ateÅŸ bize hiçbir ÅŸey yapmaz, der. Fırıncı dinler ve ardından, alaylı bir ÅŸekilde; 

─Demek ateÅŸ size bir ÅŸey yapamaz öyle mi? Åžu fırına girin de görelim o zaman , diye cevap verir. 

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı birbirlerine bakar. Ardından Besmele-i Åžerife çekip, fırının içine girer ve otururlar. Fırıncı neye uÄŸradığını ÅŸaşırır, panik halinde kendini dışarı atar ve bağırmaya baÅŸlar:

─YetiÅŸin, fırının içinde adamlar var, yanıyorlar! 

Bu arada, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve Hacı Ahmet Baba fırının içine oturmuÅŸ, piÅŸen ekmekleri dışarıya çıkarmaktadırlar. Halk, dehÅŸetle bunu izlemekte, bir yandan da yalvarıp yakarmaktadır;

─Ne olur, fırının içinden çıkın, yanacaksınız, ne olur çıkın. 

Ancak, ne yapıp ettilerse de fayda etmez, onları çıkaramazlar. En sonunda ÅŸehrin kadısı çaÄŸrılır. Kadı Efendi, feraset sahibi, âlim bir zâttır. Fırının içerisindeki kiÅŸilerin boÅŸ birileri olmadığını fark edip onlara; 

─Åžeriat hakkı için dışarı çıkın! deyince, fırının içinden çıkarlar.

Çıktıklarında, elbiselerinde ne bir ateÅŸ vardır, ne de vücutlarında yanma izi, sadece üstleri fırının külleri ile kirlenmiÅŸtir.

Kadı Efendi, bu ikisini alır ve kendi evine götürür. Onlara; neden böyle bir ÅŸey yaptıklarını sorar. Ebubekir-i Sıddık Çorumi Hazretleri ve arkadaşı, durumlarını Kadı Efendiye izah ederler. 

Bunun üzerine Kadı Efendi, onların elbiselerini yıkattırır ve onları bırakmak istemez. Onlara güzel bir sofra hazırlattırır. Yemekten sonra yatak hazırlatıp gece ağırlar. Sabah Ezanı okunduÄŸunda, kalkarlar. Namazlarını kıldıktan sonra kadıya hitaben:

─Efendim! Artık biz burada durmayalım. Zira halk bizi görürse, büyük bir teveccüh gösterebilir. Bu da nefsimize hoÅŸ gelir. Onun için biz gidiyoruz, deyip o ÅŸehri terk ederler.

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve Sanemerli Hacı Ahmet Baba, bu ve buna benzer pek çok hadiseler yaÅŸamış, pek çok ÅŸehirler gezmiÅŸ, nihayetin de Irak’a geçmiÅŸlerdir. Bir müddet BaÄŸdat’ta Abdülkadir Geylani (ks) Hz.lerinin türbesinin yanında kalırlar. Daha sonra Irak’ın Basra ÅŸehrine gelirler. Ebul Alemeyn, Pirimiz Seyyit Ahmed-el Kebir-i Rufai Hazretleri’nin kabrini ziyarete gitmek istediklerini, oraya nasıl gideceklerini, oradaki halka sorarlar. Orada bulunanlar da, kendilerine;

─Efendim, siz çok yanlış zamanda gelmiÅŸsiniz. Buradan o mübareÄŸin kabrine altı ay aralıklarla kervan gider. Ä°lk kervan yeni gitti. DiÄŸer kervanın gidiÅŸini beklemeniz gerek. Ancak; “biz yürüyerek gideceÄŸiz derseniz”, o da çok tehlikeli ve zordur. Orası çok sık ormanlık bir arazidir. O’nun kabrini aslanlar bekler. Sizi parçalarlar, ölürsünüz, derler. 

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri;

─ Ölürsek, onun yolunda ölelim. Ne olursa olsun gideceÄŸiz. Hasbinalallah veniÄŸmel vekil, Hasbinalallah veniÄŸmel vekil¸ Hasbinalallah veniÄŸmel vekil. Benim vekilim o’dur. O’ndan güzel vekil yok. Mülkün sahibi O,dur,der ve yola koyulurlar.

Sıcak bir bölge olduÄŸu için, yolculuk çok zor ve meÅŸakkatli geçmektedir. Buna raÄŸmen, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı o mübareÄŸin aÅŸkı ile yanmakta ve hiç durmadan yollarına devam etmektedirler.

Epeyce bir zaman gittikten sonra artık takatleri kalmaz. Sıcak bir yandan, açlık bir yandan bastırmıştır. Bir ara yorulur ve dinlenmek için otururlar. Bir müddet dinlendikten sonra, bakarlar ki; bir aÄŸacın kenarında, daha yeni piÅŸmiÅŸ sıcacık bir ekmek. Hemen ekmeÄŸi alır ve yürümeye devam ederlerken bir anda karşılarında yırtıcı hayvanları görünce içlerine bir korku hâsıl olur ve hemen;

“Hıfzıhuma Vehüvel Aliyyül Aziym” deyip, gözlerini yumup otururlar. Kendilerini parçalayacaklar diye beklerken, hayvanlar kuyrukları ile yön gösterir gibi hareketler yaparlar. Ebubekir-i Sıdık Çorum-i Hazretleri:

─Hasbünallah VeniÄŸmelvekil! Sen ne güzel vekilsin. Mahlûkatı emrime verdin. Mahlûkat bana selam verdi, der. AyaÄŸa kalkarlar, aslanlar da ayaÄŸa kalkar. Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerini ve arkadaşını, Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri’nin türbesine kadar getirirler.

Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri, yaratılan her canlıya ÅŸefkat ve merhametle yaklaşırdı. Hayvanlara çok merhamet eden, onlara yardım eden bir zât idi. 

Öyle ki, bir gün bir aÄŸacın kenarında Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri istirahat ederken, cübbesinin kenarına bir kedi uzanır. Bu arada da ezan okunmuÅŸtur. Mübarek; o kediyi rahatsız etmemek için cübbesinin kenarını keser ve namazını kılmaya gider. Kıldıktan sonra döndüÄŸün de, o kestiÄŸi parçayı tekrar cübbesine diker. 

Bu ve bunun gibi pek çok hadiseleri cereyan etmiÅŸtir. Bu büyük zatın vefatından sonra kabri ÅŸerifini biri diÅŸi, biri erkek olmak üzere iki aslan beklerdi. Bu hal, Cenab-ı Zülcelal Hazretleri tarafından evliyasına bahÅŸettiÄŸi bir lütuftur. 

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretleri ve arkadaşı türbede üç gün kalırlar. Üç gün sürece, kendilerine tanımadıkları nur yüzlü bir kiÅŸi tarafından süt getirilir. Vakitlerini zikir, tefekkür ve ibadet ile geçirirler. 

Üç gün olduÄŸu halde, halen Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretlerini görememiÅŸlerdir. Bundan dolayı gayet üzüntü duymuÅŸlardır. Gidecekleri gün Hazreti Pire, manen rabıta ederler ve kendisine:

─Efendim, üç gündür buradayız. Bir “HoÅŸ geldiniz” bile demediniz. Bir edepsizliÄŸimiz mi oldu?” diye sorarlar. 

O anda Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri manen, tebessüm ederek; 

─Evladım, siz bizim misafirimizsiniz. Üç gündür size süt getiren kim zannediyordunuz?”

Üç gün boyunca onlara yemek getirenin Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri olduÄŸunu anlayan Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri aÄŸlaya aÄŸlaya, mahcubiyetini ifade eder. Bir müddet daha orada kaldıktan sonra, büyük bir üzüntü ve gözyaÅŸları içinde, mübareÄŸin türbesinden ayrılırlar. 

Oradan ayrıldıktan sonra Mekke’ye giderler. BeÅŸ yıl boyunca Mekke ve Medine de mücavir olarak hizmetine devam ederler. Mübarek Hafız-ı Kurra olması hasebi ile altı saatte bir hatim etmektedir. BeÅŸ yılın sonunda Fahr-i Kâinat (sav) Efendimiz;

“Evladım Ebubekir-i! Senin seyr-i sulukunu yapacağın yer Mısır’da Abdurrahim Tantavi’dir. O’nun dergâhına gideceksin icazetini oradan alacaksın”buyururlar. 

Yedi yıl gibi uzun ve meÅŸakkatli ve bir o kadar da tehlikeli olan seyahatin sonunda, Mısır’ın Tanta vilayetine gelirler. Orada bulunan, Abdurrahim-i Tantavi Hazretleri’nin dergâhında üç gün misafir olurlar.

Üç gün boyunca kendilerine; ne bir “hoÅŸ geldin”diyen çıkar, ne de yemek saatinde; “buyur, sen de yemek ye” diyen. Buna raÄŸmen üç gün boyunca ibadet ve taât ile uÄŸraşırlar. Üçüncü günün sonunda, kendi kendilerine;

“Herhalde bizim bu dergâhta nasibimiz yok, artık gidelim.” derler ve çarşıda bulunan eski bir ahbabı ziyaret etmek için dergâhtan ayrılırlar. Nihayet ahbaplarının yanına varırlar. Onunla sohbet ederler iken, ÅŸehrin ortasında büyük bir gürültü kopar. Bir anda herkes saÄŸa, sola kaçışmaya baÅŸlar. Dükkân sahipleri kapılarını kilitler. Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri de, arkadaşına sorar:

─Neler oluyor? Ä°nsanlardaki bu telaÅŸ niye? O da:

─Sorma Ebubekir Efendi! Bu gelen meczubun biridir. Arada bir gelir. Böyle bağırır. Dükkânı açık olan olursa, elindeki sopa ile vurur. Ä°nsanlar ondan korktuÄŸu için, o, çarşıdan çıkana kadar kimse dükkânından dışarı çıkmaz, der. 

Bu arada, o meczup, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerinin olduÄŸu dükkânın kapısının önüne gelince, elindeki sopa ile bir defa vurur ve ÅŸöyle seslenir;

─Ey! Ebubekir Sıddık-i Çorumi! Sen kimden izin aldın da, burayı terk ediyorsun? Çabuk çık dışarı!

Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri, bu gelen zatın bir Hak aşığı olduÄŸunu anlar ve dışarıya çıkar. O meczup zat önde, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri arkada, ÅŸehrin dışına doÄŸru yürümeye baÅŸlarlar. MaÄŸara gibi bir yere gelirler. O meczup, bir nöbetçi gibi maÄŸaranın önünde bekler ve Ebubekir-i Sıddık Hazretleri içeri girer.

Orada; uzun boylu, sarışın, seyrek sakallı, gayet zayıf bir zat olan Abdurrahim Tantavi Hz.leri bulunmaktadır. BaÅŸka kimse yoktur. Mübarek Tantavi Hazretleri ÅŸunları söyler;

─DerviÅŸ acıkmaz, derviÅŸ susamaz, derviÅŸ yorulmaz, derviÅŸ kızmaz, derviÅŸ küsmez. DerviÅŸ güneÅŸ gibi olur, herkese sıcaklığını verir. DerviÅŸ rahmet gibi olur, herkese dua eder. DerviÅŸ su gibi olur, cömerttir. DerviÅŸ toprak gibi olur, herkes ezer yine bin bir meyvesini verir. DerviÅŸ demek Allah’a dost demek. Dergâha eÅŸik demek. Herkes çiÄŸner de sesini çıkarmaz!

Yunus Emre’nin;

Vurana Elsiz Gerek

Sövene Dilsiz Gerek

DerviÅŸ Gönülsüz Gerek

Sen Derviş Olamazsın, Sen Hakkı bulamazsın,

 

Vururlarsa vurma! Elini kaldırma elsiz ol..! Söverlerse dilsiz ol..! EÄŸer gönlünde kırgınlık varsa o kırgınlığı at! Allah’ın nazargahı gönüldür. Bütün sıkıntılar ondan geliyor…

Hacı Ebubekir Baba saÄŸa sola bakınır, kimsecikler yoktur. Söylenenlerin kendisine olduÄŸunu anlar. 

“Ya Rabbi O söylediÄŸi ile amel ediyor. Bana da duyduÄŸum ile amel etmeyi nasip eyle” der ve aÄŸlamaya baÅŸlar.

Aradan iki yıl gibi bir süre geçer. Yine aynı maÄŸaraya, aynı O meczup kiÅŸi ile beraber giderler.

Divan kurulmuÅŸtur. Gavs-ül Azam Seyyid Abdülkadir-i Geylani (ks) Hazretleri, Ebul Alemeyn Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri, Seyyid Ahmed-el Bedevi Hazretleri, Seyyid Ä°brahim-i Dusuki Hazretleri, Hasan Ali Åžazeli Hazretleri, Hace Muhammed Bahaaddin NakÅŸibendî Hazretleri ve diÄŸer piranların orada olduÄŸunu görür. 

Gavs-ül Azam Seyyid Abdülkadir-i Geylani (ks) Hz.leri, ÅŸehadet parmağını havaya kaldırıp Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerine;

“Aferin evladım! Ä°mtihanı kazandın, herkes bu imtihanı geçemez. Bundan sonra benim dergâhımın halifesisin. Ümmeti Muhammedi irÅŸat ile vazifelisin” der. 

Arkasından, Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri, Ahmed-el Bedevi Hazretleri, Seyyit Ä°brahim-i Dusuki Hazretleri, Hasan Ali Åžazeli Hazretleri de görev verirler. Tam Bahaddin NakÅŸibendî Hazretleri de, “bende görev veriyorum” dediÄŸinde, Rasûlüllâh (sav) Efendimiz;

“Kâfi, bu kadar yeter” buyurur.

Mübarek, beÅŸ tarikattan ders vermeye yetkili kılınır. Nihayet seyrü sülûkunu tamamlamıştır.

Piran Efendilerimiz, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri’ni, tek tek tebrik ederler. (Öyle ki; Üstadımızın bize bildirdiÄŸine göre, kolay kolay herkesi tek tek tebrik etmezler imiÅŸ.)

Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri, bu manevi vazifeyi aldıktan sonra, tekrar o meczup zât ile birlikte, Tantavi Hz.lerinin dergâhına gelirler. Bu arada, Abdurrahim-i Tantavi Hz.’leri ve Abdurrahim-i NiÅŸavi Hz.leri, daha o gelmeden icazetleri hazırlamışlardır. Dergâha geldiÄŸinde;

“Evladım, Rum Diyarına gideceksin. Oradaki insanlara, Tarikat-ı Aliye’yi, Allah ve Resulünün sevgisini anlatacaksın. Åžu icazetin, ÅŸu da yol harcırahın, derler.

MübareÄŸe orada, güzel bir tavuk piÅŸirirler, sıcak ekmekler ikram ederler. Kaç gündür aç olduÄŸu halde, o bir parça tavuktan alır, bir parça da ekmekten. Geri kalanı oradakilere dağıtır. Kendisine verilen yol harcırahı altınları da yine orada bulunanlara dağıtır.

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretleri, yedi yıl süren bu meÅŸakkatli, yorucu yolun sonunda nice zorluklara katlanmış, soÄŸuklarda, sıcaklarda yürümüÅŸ, gayet kibar olan bedeni simsiyah yanmıştır. Fakat bu çilelerin sonunda, kulluk mertebesine eriÅŸmiÅŸ. Mevlayı Zülcelal Hazretlerine ve O’nun güzel Habib’ine dost olmuÅŸtur.

Mısır’dan dönünce doÄŸruca Ä°stanbul’a gider. O zamanın padiÅŸahı, halifesi, Åžeyhül Ä°slamı Cennet mekân, Abdülhamit Han’ın huzuruna çıkar, halifelik icazetini gösterir:

─PadiÅŸahım! Benim icazetim budur. EÄŸer yer gösterirseniz; ben de bir dergâh açmak istiyorum, deyince; Kendisine Osman-ı Aliye tarafından Çorum’da dergâh açması ve derviÅŸ yetiÅŸtirmesi için mühürlü bir kâğıt verilir. Oradan ayrılıp Çorum’da dergâhını açar.

O zamana kadar Çorum’da sekiz tane dergâh bulunmaktadır. Dokuzuncu dergâhı da Ebubekir Baba açmıştır. Mübarek günlerde dokuz tarikatın mensupları bir yerde toplanır zikrullah yaparlardı.

Allah-u Teâlâ Hazretlerinin yeryüzündeki seçilmiÅŸ kullarından olan, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hz.leri, bundan sonraki hayatı süresince insanlara hak ve hakikat yolunu, Allah ve Resulünün sevgisini anlatmayı kendisine en büyük vazife görmüÅŸ ve bu uÄŸurda canını, malını, evladı iyalini, her ÅŸeyini, fisebilillah, hak yoluna adamıştır. Geçimini deÄŸirmencilik yaparak kazanmış, Allah için harcamış; dünyalık hiçbir ÅŸey biriktirmemiÅŸtir. Bu aÅŸk ve muhabbet ile Çorum’da, Ümmet-i Muhammedi irÅŸada baÅŸlayan Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretlerinin, manevi görevi süresince, pek çok kerametleri ve pek çok da hadiseleri cereyan etmiÅŸtir. Bu büyük zâtın kerametlerinin bazılarını sizlerle paylaÅŸmak istedik.

Hacı Ebubekir Baba Hz.leri Çorum’un üst tarafında “solak deÄŸirmen” diye tarif edilen deÄŸirmenin sahibi idi. DeÄŸirmencilik yaparak geçimini saÄŸlardı. Sürekli deÄŸirmenin etrafında zikrullah yapar, çok aÅŸklı ve coÅŸkulu zikrullah yaptırırdı. Yeryüzündeki bütün ÅŸeyhleri manen çağırırdı.

Bir gün Ebubekir Baba zikrullaha baÅŸladığı zaman, deÄŸirmenin yakınındaki suda bulunan kurbaÄŸaların dahi Allah’ı zikrettiÄŸine, orada bulunan herkes ÅŸahit olmuÅŸlardır.

Lafza-i Celale gelindiÄŸin de yerin Allah’ı zikrettiÄŸini, sallandığını dahi herkes gözleri ile görmüÅŸlerdir.

Hay esmasına gelindiÄŸinde büyükçe bir ateÅŸ yakar. Oradaki diÄŸer ÅŸeyhleri davet eder.

─Buyurun ateÅŸe girin, derdi. DiÄŸer ÅŸeyh Efendiler:

─Aman Ebubekir Baba! Bizde bu kabiliyet yok, diye cevap verirlerdi. Mübarek, tek başına o alevlerin içerisine kendini bırakır, Allah’ı zikrederdi.

Hacı Ebubekir Baba Hz.leri deÄŸirmene at arabası ile gider gelirdi. Bir gün derviÅŸler at arabası ile pirinç getirirlerken, arabanın tekeri kırılır pirinçler yere dökülür. Yemek saati olması hasebi ile yemek yapılacaktır. DerviÅŸler doÄŸruca Ebubekir Baba’nın yanına gelir;

─Efendi Baba! Arabanın tekeri kırıldı. Pirinçleri getirecek kimse yok. Yol da çok uzakta ne yapacağız, derler.

─Evladım, cebinizde bir avuç pirinçte mi yok? diye mübarek sorar.

O esnada derviÅŸin bir tanesinin cebinden bir avuç pirinç çıkarır. Ebubekir Baba bir avuç pirinci alır, fokur fokur kaynayan bir kazan suyun içerisine elindeki bir avuç pirinci döker ve elini de kaynar kazanın içine sokup karıştırmaya baÅŸlar. Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin izni ile kerameten bir kazan pirinç olur. Orada bulunan bütün derviÅŸler de buna ÅŸahit olurlar. 

Ebubekir-i Sıddık Hazretlerine halk pek itibar etmez, pek teveccüh göstermezler idi. Ta ki, bir gün Çorum’da büyük bir yangın meydana gelene kadar…

Bir Rum kadının evi alevler içerisinde kalmış, dumandan göz gözü görmüyordu. Kadın feryadı figan ediyor:

─Aman Müslüman kardeÅŸler! Evim yanıyor, ne olur söndürün. Bana yardım edin! diye yalvarıyordu.

Müslüman halk ise:

─ Yansın bu gâvurun evi yansın, diyorlar ve kadına yardım etmeden sadece seyrediyorlardı.

O anda Cenab-ı Zül Celal Hazretleri büyük bir rüzgâr halketti. O zaman ki evler ahÅŸaptan olduÄŸu için, yangın baÅŸladıktan kısa bir zaman sonra alevler diÄŸer evlere de yayıldı. Tabi, itfaiyecilik de o zamanlar tulumbacılar tarafından yapıldığı için, yangını söndürmek için su kifayet etmiyor, alevler gittikçe büyüyordu.

Bunun üzerine, Ebubekir Hazretlerinin müridi olan, itfaiye amiri, dergâha gelerek;

─Efendim! Çorum yanıyor, ne olursunuz yardım edin, deyince, müridini kıramaz ve yangının olduÄŸu yere gelir. Orada ki kalabalık topluluÄŸa, Ä°tfaiye Amiri ÅŸöyle seslenir: 

─Çekilin ey ahali! Çorum’un sultanı geliyor. Hacı Ebubekir Baba geliyor.

Ebubekir Baba bir bardak su ister. Besmele çekerek, sudan bir yudum aÄŸzına alır. AÄŸzındaki suyu yangının olduÄŸu yere doÄŸru “Huu” diyerek üfler ve Allah’ın izni ile o bir avuç su yangını söndürmeye yeter. Orada bulunan halk, bu kerameti görünce bir anda galeyana gelir;

─Sen ne mübareksin, ver elini öpelim, yaÅŸa! diye bağırmaya baÅŸlarlar.

Ebubekir Baba:

─ Bunlar hep el öpendir, kerameti gördüler ama ondan sonra hergün keramet isterler daha sonra dağılırlar oÄŸlum, der.

O zamandan sonra artık Ebubekir Baba, Çorum da, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.leri diye anılır. Seyahat ederken, güneÅŸin yakmasından dolayı, kararmış bir teni olduÄŸu için kendisine “Kara Åžeyh” de denilirdi.

Bir gün, Erzurum’da Mehmet Efendi isminde Evlad-ı Resulden bir zât, rüyasında, Peygamber (sav) Efendimizi görür. Rasûlullâh (sav) Hazretleri kendisine;

“Evladım, seni kemale erdirecek zât, Çorum’da Hacı Ebubekir-i Sıddık Efendidir. Ona git.” diye telkinde bulunur. Mehmet Efendi, kendisini Hakk’ a vasıl edecek olan zâta gidebilmek için Erzurum’dan çıkar, günlerce yürür ve Çorum’a gelir.

Önce, orada hacı arkadaşını bulur. Onunla Saat Meydanında oturur ve sohbet ederlerken, arkadaşı kendisine ne için geldiÄŸini sorar. O da durumu anlatır. Bu arada yolda, kara kuru esmer bir zât, arkasında da iki kiÅŸi hızlı hızlı yürümektedir. Hacı arkadaşı, Mehmet Efendiye dönerek, biraz da alaylı bir ÅŸekilde:

─Yahu, senin aradığın ÅŸeyh var ya; iÅŸte ÅŸu karşıda yürüyen adamdır, der.

Mehmet Efendi bir bakar ki, kara ve zayıf biri, kendi kendine:

─Yahu bu adam mı benim derdime ilaç olacak? diye düÅŸünür ve küçük görür. Hâlbuki nefsine uymuÅŸtur. Zira Hz. Peygamber (sav) Efendimiz ona gelmesini telkin etmiÅŸti. Ama bir an nefsi galebe çalar.

“Sen koskoca bir Evlad-ı Resulsün. Bu adam sana ilaç olamaz” der ve geceyi geçirmek üzere oteline gider.

Gece rüyasında; Ebubekir-i Sıddık Çorum-i (ks) Hazretleri ile güreÅŸ tuttuÄŸunu görür. Ebubekir-i Baba, Mehmet Efendiyi alır, yere vurur. Birisi Evladı Resul, birisi de koskoca gönüller sultanı... Sabahleyin kalktığında bir bakar ki; başı hariç, hiçbir tarafı tutmuyor. 

Otel sorumlusuna, bağırarak:

─YetiÅŸ Efendi! der. 

Adam içeri girer ve:

─Hayırdır Efendim, ne oldu? diye sorar. 

Mehmet Efendi kendisine:

─Sormayın, hareket edemiyorum, size zahmet benim bir hacı arkadaşım var, onu bana acilen bir çağırır mısınız? der. Arkadaşını nerde bulabileceÄŸini de söyler. Adam koÅŸarak gider, hacı arkadaşını getirir. Mehmet Efendi periÅŸan bir halde:

─Aman kardeÅŸim, ben gece bir rüya gördüm. Rüyamda Ebubekir Efendi ile güreÅŸiyorduk. Mübarek beni aldı bir hamlede yere yatırdı. Hiçbir tarafım tutmaz oldu. Ne olur, benim için Ebubekir-i Sıddık Çorum-i Hazretlerine git, kendisine durumumu anlat. Beni affetsin, der. 

Adam, doÄŸruca dergâha gider. Ebubekir-i Sıddık Çorum-i Hazretlerinin karşısına geçer, Mehmet Efendinin durumunu tafsilatı ile anlatır. Ebubekir Baba, adama:

─Evladım o arkadaşın Evlad-ı Resul bir zâttır. Onun bize geleceÄŸini Peygamber (sav) Hazretleri haber verdiler ancak o bizim dış görünüÅŸümüze aldandı, kibirlendi ve bizi beÄŸenmedi. Ondan sonra da bu hale geldi. Biz onu affetmeye affettik ama bir hafta yatması gerekiyor. Bir hafta sonra yanıma gelsin, görüÅŸelim Ä°nÅŸallah, der. Mehmet Efendi, arkadaşından bu haberi alınca:

─KardeÅŸim görüyorsun. Halim periÅŸan, kimim kimsem de yok. Sen bana bir hafta süre ile bakar mısın?, der. 

Hacı arkadaşı da, Mehmet Efendiye bir hafta hizmet eder. 

Mehmet Efendi, bir hafta sonra, Ebubekir Babanın dergâhına gelir. Karşısına geçer ve piÅŸman bir halde diz çöküp oturur. Bu arada Ebubekir-i Baba, oradakilere sohbet etmektedir. Bir ara Mehmet Efendiye dönerek:

─Evladım, Mehmet Efendi, der.

O da:

─ Buyurun Efendim, der ve ayaÄŸa kalkar. 

Ebubekir Baba, kendisine:

─ Evladım, seni dergâhın çavuÅŸu yaptım, der. 

Mehmet Efendide, o anda acayip garaip haller meydana gelir. 

─Allah razı olsun, Efendim, der. 

Ebubekir-i Baba sohbetine devam eder. Bir müddet sonra tekrar Mehmet Efendiye dönerek:

─ Evladım, Mehmet Efendi, diye seslenir. 

O da, yerinden kalkarak:

─ Buyurun Efendim, diye cevap verir. 

Ebubekir Baba;

─ Evladım seni nakib yaptım, der. 

Mehmet Efendide yine deÄŸiÅŸik manevi haller zuhur eder. 

─Allah razı olsun Efendim, der ve oturur. Ebubekir Baba, sohbetine bir müddet devam ettikten sonra, yine Mehmet Efendiye hitaben;

─Evladım Mehmet Efendi, diye seslenir. 

Mehmet Efendi:

─Buyur Efendim, diyerek ayaÄŸa kalkar. Ebubekir Baba;

─Evladım, seni nukaba yaptım, der. 

Ebubekir-i Baba Mehmet Efendi’ye her nazar ettiÄŸinde farklı farklı manevi haller zuhur eder. 

─Allah razı olsun, Efendim, der, yerine oturur. Ebubekir Baba tekrar ona dönerek:

─Evladım Mehmet Efendi, diye seslenir. 

Mehmet Efendi;

─Buyurun Efendim, diyerek ayaÄŸa kalkar. 

─Evladım seni, halife yaptım. Git memleketine, orada bulunanları irÅŸad et, der. Ä°cazetini yazar ve yol verir.

Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri, Allah-u Teâlâ Hazretlerinin kendisine vermiÅŸ olduÄŸu bu yetki ve maneviyatı ile derviÅŸini bir anda Hakka vasıl edebilecek, büyük bir MürÅŸid-i Kamil zât idi. Onun dergâhına girenlerin, Allah ve Resulünün muhabbetini arzulayanların, sebat ile sabredenlerin, Allah’ın izni ve Evliyaullahın himmeti ile muratlarına nail oldukları bir gül bahçesi idi.

Ebubekir-i Baba bir “Rufai üstadı” olduÄŸu için, o dönemlerde bir takım burhanlar maneviyat tarafından kendisine verilmiÅŸti. ÅžiÅŸ burhanı, kılıç burhanı, ateÅŸ burhanı, en kuvvetli zehirleri yutma burhanı gibi harikulade haller göstererek insanları irÅŸad etmek için bir vesile olarak kullanıyordu.

Yine bir gün, Ebubekir Baba Çorum’da derviÅŸleri ile beraber ateÅŸ burhanı için toplanmışlardı. Bir ateÅŸ yakıldı. Yanan ateÅŸin üzerine sac koyuldu ve o sac alevlerden kızıllaÅŸtı. Ebubekir-i Baba dergâha çok hizmet eden Mehmet Efendi isminde zengin bir derviÅŸi elinden tuttu, halakanın ortasına aldı. AteÅŸte kızaran sacı eline alarak o derviÅŸin başına koydu. O zengin kiÅŸi, bir anda nefsine kapılıp kendi kendine ÅŸöyle dedi: “Üstadın bu kadar derviÅŸi var, onların içinden beni seçti. Demek ki bende bir iÅŸ var, ben halife olacağım herhalde”. 

Hâlbuki bu hadisenin üstadının bir kerameti olduÄŸunu idrak edemedi. Aradan birkaç gün geçti. Ebubekir Baba’nın yakınında olan zâtlardan bir tanesine ÅŸöyle dedi:

─ Ebubekir Baba’ya söyle de, benim ÅŸu halifelik icazetimi artık yazsın. O gün herkesin arasından beni çıkardı ve ateÅŸ burhanını bende yaptı. Demek ki ben diÄŸer derviÅŸlerinden farklıyım. Bende o cevheri görmeseydi burhanı bana yapmazdı. Ben halifelik yapabilecek manevi duruma geldim.

Ebubekir-i Babaya, durumu anlattılar.

─ Evladım, halifeliÄŸi biz veremeyiz. Allah-u Teâlâ izin verirse olur, sülûka girerse olur, dedi.

Ebubekir-i Baba’nın söylediklerini, o kiÅŸiye gidip söylediler. Hemen doÄŸruca dergâha gitti:

─ Aman Efendim! Ben sülûka girip halife olmak istiyorum. Ne olur beni sülûka sokun, dedi. Ebubekir Baba:

─ Madem sulûka girmek istiyorsun, peki o zaman, dedi.

Suluk denilen yerler, göz göz oda ÅŸeklinde, ancak bir kiÅŸinin sığabileceÄŸi, namaz kılabileceÄŸi büyüklükte yerlerdir. Suluk’a giren bir kiÅŸiye, ilk üç gün kesinlikle yiyecek veya içecek bir ÅŸey verilmez. Üç günün sonunda Üstadı, belki bir zeytin, belki bir bardak çay gönderebilir. O kiÅŸinin yetiÅŸme durumuna göre, üstadı ayarlar. Suluk’a giren kiÅŸilerin, oradaki gıdası Hakkı zikrederek, Ona ibadet ederek, lezzet ve haz alırlardı. Açlık dahi akıllarına gelmezdi. 

Sülûk’a giren o zât, üç gün boyunca bir ÅŸey yiyip içmeyince beti benzi sararır. Herhangi bir manevi gıdada alamaz. 

Bu arada hanımı:

“Allah, Allah bizim bey üç gündür ortalıkta gözükmüyor, nerelerde acaba?” diyerek doÄŸruca dergâha gider. Oradaki derviÅŸlere:

─Bizim beyi gören oldu mu? Üç gündür ortalarda yok, diye sorar. Onlarda hanımına:

─Senin kocan sulûka girdi. Üç gündür sulukta, derler. Kadın doÄŸruca suluk odasının önüne gelir ve perdesini hafifçe aralar. Adam karısını görünce:

─ Üç gündür neredesin, be hey kadın? Bu adam (hâÅŸâ) bizi açlıktan öldürecek. Hemen eve var, bana yiyecek bir ÅŸeyler getir” der ve kadın eve gider.

Evden yiyecekleri aldıktan sonra, kocasının yanına gelir. Perdenin kenarını kaldırıp gizlice yemekleri verir. BoÅŸ tabakları da akÅŸama doÄŸru alır. Suluk’un yedinci gününde adam bir hal görür. Halinde Ebubekir-i Baba gelir:

─Evladım ÅŸu balığı al, fırıncıya selamımı söyle piÅŸirsin, der. Adam da:

─Peki, Efendim, der ve balığı alır. (Bu hadise sulukta iken gerçekleÅŸmektedir.) Adam, fırıncıya balığı götürür:

─ Ebubekir-i Babanın sana selamı var, ÅŸu balığı bir piÅŸiriver, der. Fırıncı da:

─Ve aleyküm selam, hemen piÅŸireyim, diyerek, balık tavasını fırına atar. Yarım saat kadar bir süre geçtikten sonra fırıncı, balık tavasını dışarı çıkarır. Bir bakar ki; balık deÄŸil piÅŸmek, tava dahi ısınmamış, halen soÄŸuktur. “Allah, Allah” diyerek ÅŸaşırır ve tekrar fırına sürer. Yarım saat kadar daha fırında bekletir. Balık tavasını çıkartır. Yine bakarlar ki; ne balık piÅŸmiÅŸtir, ne de tavada en ufak bir sıcaklık vardır. Fırıncı, o adama dönerek, ÅŸöyle der:

─ Ebubekir-i Babaya selam söyle! Bu balık piÅŸici deÄŸil, der ve adamın görmüÅŸ olduÄŸu hal biter.

Tam o esnada derviÅŸlerden birisi sülûk odasının perdesini aralar ve Ebubekir-i Baba’nın kendisini çağırdığını söyler. Adam sevinçle suluktan çıkar.

─HalifeliÄŸi kazandım mı? diye onlara sorar.

Hâlbuki suluk’a giren bir kiÅŸi kabiliyetli ise kırk gün içinde, eÄŸer kırk günde olmadı ise üç ayda, üç ayda da olmadı ise bir yılda, bir yılda olmadı ise üç yılda, üç yılda da olmadı ise beÅŸ yılda. BeÅŸ yılın sonunda da eÄŸer tamam olmadı ise o kiÅŸiye artık suluk ettirmezler. Ayrıca suluk’tan, kemale ermiÅŸ olarak çıkan kiÅŸiler, törenle suluk’tan çıkarılır. Zira o kiÅŸi Allah-u Teâlâ Hazretlerine vasıl olmuÅŸ, sıfatlarında fani olmuÅŸ bir zât olarak suluk’tan ayrılır.

Bu zât kırk günü dahi doldurmadığı halde, kendi kendine bir hevese kapılır. DoÄŸruca Ebubekir-i Baba’nın yanına varır.

─Efendim halifeliÄŸi kazandım mı? diye sorar.

Ebubekir-i Baba da kendisine:

─Ne halifeliÄŸi oÄŸlum, sen bir balığı dahi piÅŸiremedin, diye cevap verir.

Adam, Ebubekir-i Babaya:

─Aman Efendim, ne olursunuz, ben zengin bir kiÅŸiyim, bana bu halifeliÄŸi verin, der.

Ebubekir-i Baba, kendisine:

─Evladım, ancak Allah izin verirse halifelik veririz, der.

Adam, Ebubekir-i Babaya:

─Benim çok altınlarım var, evlerim var. Onların tapusunu sana vereyim, bana ÅŸu halifelik icazetini verin. Bunu nefsim çok istiyor, deyince, Ebubekir-i Baba hiddetlenerek ; (Evliyaullah ancak Allah için hiddetlenir)

─Biz maneviyat ne derse onu yaparız. Haydi, yürü bakalım!, diye cevap verir. 

Adam sinirli bir şekilde orayı terk ederken;

─Ben de senin adını Çorum’dan silmez isem; bana da Mehmet AÄŸa demesinler, diyerek edepsizlik yapar, kapıyı vurup çıkar.

Aradan bir müddet geçtikten sonra, adam baÅŸka bir yerden para karşılığı halifelik icazeti alarak, tekrar Çorum’a döner ve bir dergâh yaptırmaya baÅŸlar. Para ile adamlar tutar. Aklınca; Ebubekir-i Baba’ya muhalefet etmeye çalışır. Dergâhın inÅŸaatı bir adam boyu kadar çıktığında midesine bir aÄŸrı girer. Bu aÄŸrının acısından duramaz bir hale gelir. Hekimlere gider; fakat kimse tedavi edemez.

En sonunda kendisine; bir de hamama gitmesi tavsiye edilir ve hamama gider. Hamama girince midesinin aÄŸrısı geçer. Ä°yileÅŸtiÄŸini zannederek sevinir. Bir müddet hamamda kaldıktan sonra “Artık iyileÅŸtim, dışarı çıkabilirim” diye düÅŸünüp hamamdan dışarı çıkar çıkmaz; midesindeki aÄŸrı tekrar baÅŸlar.

─Benim midemin iyi olduÄŸu tek yer burası. En iyisi ben iyileÅŸene kadar, siz buraya bir yatak yorgan getirin. Yiyecek ve içeceÄŸimi de buraya getirin. Ben burada yatıp kalkayım, der.

Adamın, yatağı, yiyeceÄŸi, içeceÄŸi oraya getirilir. Ve hamamda yaÅŸamaya baÅŸlar. Fakat hamam sıcak olduÄŸu için sürekli terlemekte ve gün geçtikçe zayıflamaktadır.

Onun bu periÅŸan halini gören etrafındaki insanlar da; birer birer onu terk etmeye baÅŸlarlar. Bir müddet sonra yanında hiç kimse kalmaz.

Sürekli terlemesinden dolayı vücudunda en ufak bir et parçası dahi kalmamış, bir deri bir kemik hale gelmiÅŸtir. Yaptığı hatayı anlar ve kendisine bir hamal çaÄŸrılmasını ister. “Bunların hepsinin başıma gelmesinin sebebi, Ebubekir-i Baba gibi bir Evliya’ya muhalefet etmemden kaynaklanıyor. Ben kim, halifelik kim?” diye piÅŸman olup aÄŸlar.

Zira Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Hadisi Kutside;

“Kim benim Velime düÅŸmanlık ederse, bana karşı savaÅŸ ilan etmiÅŸ olur” buyurmuÅŸtur.

BaÅŸka bir hadisi kutside de; 

“Kim bir Veliye eza ederse, benimle muharebeye girmiÅŸ gibi olur”buyurur.

O esnada hamal gelir ve periÅŸan haldeki Mehmet AÄŸa hamala ÅŸöyle der:

─Beni ÅŸu erzak taşıdığın küfenin içine koy ve doÄŸruca Ebubekir-i Babanın evine götür. Evine on metre kala küfeden çıkart. Boynuma bir ip takarak sürüye, sürüye doÄŸruca evinin kapısına kadar götür, der.

Hamal, aynen Mehmet AÄŸa’nın dediÄŸi ÅŸekilde küfenin içine koyar. Ebubekir-i Babanın evine doÄŸru gelirler. Evine on metre kala hamal, adamı küfeden dışarı çıkarır, boynuna bir ip geçirir; sürüye, sürüye Ebubekir-i Baba’nın evine doÄŸru getirir.

Bu esnada Ebubekir-i Baba evinde (manen) Ahmed-el Rufai Hazretleri ile sohbet etmektedir. Zira evliyalar için zaman ve mekân sorunu yoktur. Onlar Allah’ın izni ile vefat ettikten sonra dahi, manen görüÅŸebilirler. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde sohbet ederken, Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri,

Ebubekir-i Babaya;

─Hani, senin dergâhta zengin bir zât vardı. Senden para karşılığı halifelik istemiÅŸti; sen de vermemiÅŸtin. O da dışarı çıkarken ; “Ben de seni Çorum’dan silmezsem” demiÅŸti. Ä°ÅŸte biz o zâtın karnına ÅŸöyle bir deÄŸdik. Åžimdi o çok hasta. Bu tarafa doÄŸru geliyor. EÄŸer sen hakkını helal edersen; ehli iman olarak ölecek, deÄŸilse iÅŸi çok zor, der.

Tam bu esnada hamal kapıyı aralar. 

─Hasta bir adam getirdim, demeden, Ebubekir-i Baba içeriden ; 

─Hakkım helal olsun, diye seslenir. 

Ebubekir-i Baba’nın sesini duyunca, hasta olan o adam rahatlar. Hamal tekrar hamama götürmek üzere küfeye koyar. O hasta olan adam küfenin içerisinde kelime-i ÅŸahadet getirerek iman ile ahirete göçer.

O dönemlerde Ebubekir-i Baba ile ilmine güvenip uÄŸraÅŸan bir çok zât vardı. Gayeleri kendilerinin daha âlim olduÄŸunu göstermek ve onu küçük düÅŸürmekti. Ä°ÅŸte bunlardan bir örnek daha:

Çorum’da Vaiz olan bir kiÅŸi, Ebubekir-i Baba ile uÄŸraşırmış. Tevhid’i “La Ä°lahe Ä°llallah Hu” diye okuyan Ebubekir-i Baba’ya:

─Arabistan’dan buraya geldi. “La Ä°lahe Ä°llallah” tamam da; bir de sonuna “HU”çıkardı, arkasına ilave etti, olmaz, der.

Vaizin bu sözleri, Ebubekir-i Baba’nın birkaç derviÅŸine de tesir eder. Onlar da derslere gelmemeye baÅŸlarlar.

Ebubekir-i Baba, vaiz Efendinin yiyeceklerden helvayı sevdiÄŸini öÄŸrenir ve hanımına helva piÅŸirtir ve doÄŸruca vaiz Efendinin evine gider. Hoca Efendi, Ebubekir-i Baba’yı karşısında görünce ÅŸaşırır ve tedirgin olur.

Ebubekir-i Baba, Hoca Efendiye:

─Bak Hoca Efendi! Senin söylediklerini iÅŸittim. Ben seninle buraya anlaÅŸmaya geldim. BeÅŸ dakika sen bana derviÅŸ olacaksın. Karşılıklı oturacağız ve beÅŸ dakika bana rabıta yapacaksın. Benim okuduÄŸum tevhidi beÅŸ dakika da sen söyleyeceksin. Ondan sonra benim dediÄŸim doÄŸru ise bana baÄŸlan, doÄŸru deÄŸil ise ebedi ben sana baÄŸlanacağım, sen ne dersen onu yapacağım, der.

Hoca Efendi içinden;

─BeÅŸ dakika hemen geçer, bu herhalde bana baÄŸlanacak, tamam ben bunu hallettim, deyip sevinir. Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.leri:

─Åžimdi beni manevi babalığa kabul edeceksin, dizini dizime dayayacaksın, beni öylece düÅŸüneceksin, söylediÄŸimi de aynen yapacaksın der.

Hoca Efendi ;

─Tamam, der

─La ilahe Ä°llallah hu” derken; 

Hoca Efendi;

─ La Ä°lahe Ä°llallah, tamam da “Hu” denilmez der.

Ebubekir-i Baba:

─ Bak Hoca Efendi, saniyeler geçiyor, deyip “La Ä°lahe Ä°llallah hu, La Ä°lahe Ä°llallah hu, La Ä°lahe Ä°llallah hu” derken bir yandan da kalbine vurur.

Hoca Efendi gözünü bir açar hemen Ebubekir-i Babanın eline kapanır:

─Aman Efendim! Ne olur ben sizin ebediyen derviÅŸiniz olayım, der.

Ebubekir-i Baba:

─Ne oldu Hoca Efendi? diye sorar.

Hoca Efendi:

─Sen Allah’a kendini nasıl sevdirmiÅŸsin ki; Levhi Mahfuzda “La Ä°lahe Ä°llallah hu” yazılı” diye cevap verir.

Ebubekir-i Baba:

─Nasıl Gördün Levhi Mahfuzu? diye sorar

Hoca Efendi.

─Seninle birlikte tevhid okurken melekler benim perdemi açtı. Levhi mahfuzu gösterdiler. Orada “La Ä°lahe Ä°llallah hu” yazılıydı. der.

Ertesi gün Hoca Efendi camiye aÄŸlayarak gelir öyle bir vaaz eder ki, vaazında; 

─Biz ilmimize maÄŸrur olmuÅŸuz. Biz hata etmiÅŸiz. Allah’ın dostları ile uÄŸraÅŸmışız. Allah’a harp ilan etmiÅŸiz. Allahım benim günahlarımı affetsin. Ebubekir-i Sıddık Baba çok haklıymış. Levhi mahfuz da “La Ä°lahe Ä°llallah hu” yazılı der ve ardından, kendisi de Ebubekir-i Babanın derviÅŸi olur.

Ebubekir-i Baba, yaÅŸadığı müddetçe Ümmet-i Muhammedi irÅŸat etmeye gayret göstermiÅŸtir. Ä°nsanları Hak yola vasıl edebilmek için gece gündüz çalışmıştır. Sayısız kerametleri ve halleri bulunan bir meÅŸayıhtır. 

Dergâhta Hacı Ali Efendi Hz.leri ve Hacı Mustafa Efendi Hz.lerine ayrı bir ilgi ve alaka göstermiÅŸ ve bu iki zâtı kendisi hayatta iken manen yetiÅŸtirmiÅŸtir.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.leri Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.lerine ilk baÄŸlandığı dönemlerde deki bir kaç anısını ÅŸöyle anlatır:

GençliÄŸimde çay ocağı çalıştırırdım. (Eskiden kıraathaneler bu günkü gibi deÄŸildi. Kuran-ı Kerim okunur, dini ve ilmi deÄŸeri olan konular ehliyetli kiÅŸiler tarafından beyan edilir, ÅŸiirler okunur, günlük olaylar müteala edilirdi. )

Bir gün kapıda üstadım Ebubekir-i Baba’nın beni çağırdığını gördüm. Ä°ÅŸi bırakıp koÅŸtum. Üstadımın önünde ihtiyar, ama dinç, üzeri eski giyimli, sarışın bir meczup var idi. Biz de birkaç kiÅŸi geriden Üstadımızla birlikte meczubu takip ediyorduk. Ebubekir-i Babanın evinin önüne geldiÄŸimizde; meczup zât geri döndü ve bize doÄŸru bakıp, beni göstererek;

“Åžu gençte kemalat kokusu var. Åžu ise fasık ve ÅŸunda da münafıklık alameti var” dedi. ArkadaÅŸlardan birisi müdahale edecekti ki, 

Hacı Ebubekir-i Baba;

─Sakın cevap verme, O Allah dostudur, sana zarar gelir, dedi.

Yine o dönemde, evde ders çekiyordum. Kapının çaldığını iÅŸittim. Kapıyı açtığımda hayretler içerisinde, Üstadım Ebubekir-i Baba’yı gördüm. Zira o güne kadar evime ilk defa geliyordu. Üstadım bana ÅŸöyle seslendi; 

─Evladım, Mustafa ne yapıyorsun?, ben de kendisine:

─Efendim ders çekiyordum, dedim. 

Üstadım da bana;

─Hangi esmayı çekiyordun evladım, diye sordu. 

Ben de kendisine;

─Efendim aslında dersimi bitirdim. Biz severiz Cihar-ı Yari Veliyi; Ebubekir-i, Ömer, Osman, Ali’yi okuyordum, dedim. 

Üstadım bana:

─Evladım, o söylediÄŸin zâtları görüyor musun? diye sordu. 

Ben de kendisine: 

─Hayır, Efendim, deyince; 

Üstadım:

─Ä°yi evladım. Bundan sonra gör inÅŸallah, dedi. Ve o günden sonra, o mübarekleri manen sık, sık görmeye baÅŸladım.

Dergâhta çavuÅŸ iken, arkadaÅŸlarla Çorum yakınlarında bir yere gittik. Camide halakayı zikre oturduk. O beldede baÅŸka dergâhtan Rufailer de vardı. Onlar da katıldılar. Zikir devranı devam ederken oradaki Rufailer; bir mangal dolusu ateÅŸ getirip, nakibimizin önüne koydular. Kendisinde burhan olmadığı için, o da bana havale etti. Ben de huzur ettiÄŸimde; Ebubekir-i Babanın caminin mihrap tarafından, halakanın ortasına geldiÄŸini gördüm. Müsaade verildi zannederek ateÅŸ burhanını yaptım. Çorum’a vardığımızda üstadıma anlattım. Fakat çok disiplinli olması hasebiyle beni azarlamıştı. Çünkü ÅŸer’i izin olmadan yaptığımı söyledi.

Ebubekir-i Sıdık Çorumi Hazretleri keÅŸfi, kerameti açık, ledünni ilim sahibi bir zât idi. Bir gün sohbet esnasında, Mehdi Resulden bahsederken o cemaat içerisinde, daha henüz on sekiz yaÅŸlarında bir genç olan Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerini göstererek;

─ Mehdi Resulü biz göremeyeceÄŸiz, fakat bu gencin derviÅŸleri görecek, buyurmuÅŸlardır.

Ebubekir-i Baba, Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri’nin henüz on sekiz yaşında olmasına raÄŸmen; ileride MürÅŸidi Kamil zât olacağını, onun deÄŸil ama derviÅŸlerinin Mehdi Resulü göreceÄŸini, o zamandan iÅŸaret buyurmuÅŸlardır.

Hacı Ebubekir Baba Hz.leri çok büyük bir MürÅŸidi Kamil idi. Lakin kendisinden sonra bir halife yetiÅŸmemesinin üzüntüsünü yaşıyor, bazen bundan dolayı hüzünleniyordu. Derken bir gece zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah (cc) kendisine tecelli eder. (keyfiyeti ehline malumdur.) 

Bu tecelli anında Allah-ü Teâlâ Hz.leri Ebubekir Babaya;

─Kulum Ebubekir; Evlat verdim istemedin, devlet verdim istemedin, mal mülk verdim istemedin, makam mevki verdim istemedin. Ne istiyorsun? diye buyurur.

Ebubekir Baba;

─Ya Rabbi âcizane seni istiyorum, diye cevap verir.

Cenab-ı Zülcelal:

─Kulum Ebubekir! Bu akÅŸam ömrün tamam olmuÅŸtu ancak fazlı keremimden ben senin ömrünü 30 sene uzattım. Ömrünün son beÅŸ senesinde ÅŸehrinizin doÄŸu kısmından, Ahıska tarafından elinde kılıç, at üzerinde eÅŸkıya tipinde biri gelecek. Elinde bulunan emanetleri ona vereceksin. Bu zât bostancı Ali Efendidir, buyurur.

Ebubekir Baba o gece tarih atar. Gerçekten de ömrünün son beÅŸ senesinde Ali Efendi gelir. GeldiÄŸi zaman da Çorum’da NakÅŸibendî Üstadı Çerkez ÅŸeyhi Hacı Ömer Efendi diye bilinen bir zâtın sohbetine götürürler. Åžeyh Ömer Efendinin kapısına gitmeden önce Ali Efendi eÅŸkıyadır. Çok haÅŸarı, gözü pek ve biraz tehlikeli birisidir Hacı Ali Efendinin de tasavvufa baÅŸlaması böyle olmuÅŸtur

Ä°lk olarak Åžeyh Ömer Efendinin dergâhına gider fakat manevi dosyası Ebubekir Baba’dadır. Hacı Ebubekir babanın dergâhına gidecektir. Lakin Ali Efendi henüz Ebubekir Sıddık Hz.lerinin kapısına gitmemiÅŸtir. Nazarı ve çalışması gereken hususiyet bu taraftır. Tabi buna Ebubekir baba Hz.leri daha fazla rıza göstermez. Çünkü kendisine Allah-ü Teâlâ Hz.lerinden böyle bir vaat vardır.

Neticede bir akÅŸam Bostancı Hacı Ali Efendinin mana âleminde ayağına zinciri takar, tespih çeker gibi Ebubekir Baba (ks) Hz.leri, Çerkez Åžeyhinin kapısından sürükleye, sürükleye kapısının önüne getirir ve Ali Efendiye latife ederek ÅŸöyle der:

─Evladım Ali Efendi! En sonunda kendini sürüklete, sürüklete kapımıza geldin” buyurmuÅŸtur. Hatta Çerkez ÅŸeyhi Hacı Ömer Efendi, Ali Efendiye;

─OÄŸlum! Kara Åžeyh beni de rahatsız ediyor. Sen oraya gideceksin. Nasibin orada, dosyan Ebubekir Baba’da, diyerek Ebubekir Baba Hz.lerinin kapısına göndermiÅŸtir. 

Ebubekir Baba Hz.leri Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin vaadi olan bu mübarek zâtı beÅŸ sene içerisinde yetiÅŸtirir, Ali Efendi’ye bütün makamları aÅŸtırır ve halifelik makamına kadar getirir. Fakat Çorum’da bazı dedikoducu insanlar ; 

“Ebubekir baba Hz.leri, Ali Efendi’den korktu da; onun için görevi ona tevdi etti” derler. Bu her dönemde olmuÅŸtur. Meyve veren aÄŸacı taÅŸlarlar.

Bostanı Hacı Ali Efendi Hz.leri vazifeyi aldıktan sonra, Ebubekir Baba Hz.leri bir gün;

─Gel oÄŸlum Ali, sana bir sırrımı açıklayacağım, der ve otuz sene önce yaÅŸadığı tecelliyi anlatır.

─OÄŸlum! Ben tarih atmıştım. Herhalde bu gece emaneti teslim edeceÄŸiz. DerviÅŸleri topla da helalleÅŸelim, buyurur. 

Bu arada Ebubekir Babanın hanımı, konuştukları mevzuu harem penceresinden duyar.

DerviÅŸler haberi alır almaz dergâha toplanırlar. Aradan birkaç saat geçer. Ebubekir baba Hz.leri tefekkür halinde iken, hanımı;

─Ha Bekir ha! ÖleceÄŸim diye başına milleti topla. Hacı Laledin hesabı; bir rezil rüsva ol da gör, der. Hacı Laled ismindeki kiÅŸi; etrafındakilere “ben bu gece ölüyorum” diye toplamış fakat on yıl daha yaÅŸamış olan bir kimsedir.

Bekir baba hanımına dönüyor;

─Bir Hacı Laled’le, bir Ebu Bekir’i ayırt edemiyorsun ya; kırk sene seninle bir yastığa baÅŸ koydum. Yazıklar olsun sana, diyor.

Ebubekir Baba Hz.leri, gecenin belli bir vaktinde gözünü açıyor.

─OÄŸlum Ali, derviÅŸler nerde, diye soruyor. 

Bostancı Ali Efendi Hz.leri;

─Efendim bir kısmı gitti, bir kısmı kaldı, diyor. 

Ebubekir Baba Hz.leri;

─Ne yapalım evladım nasipleri bu kadarmış. Allahaısmarladık, der ve o anda;

─Aleykümüsselam melekül mevt, diyerek Azrail(as)ı karşılıyor ve ardından:

─Ben ihtiyar adamım. Benim canımı acıtma, diyor ve “hu” esmasıyla ruhunu teslim ediyor.

Ebubekir Baba Hz.leri sohbetlerinin sonun da sürekli:

─Ehli Beyti seven Al kanlar içinde yatar, diye söyler fakat bu sözün sırrına kimse vakıf olamaz.

Vefatından belli bir süre geçtikten sonra. Ebubekir Baba Hz.lerinin evlatlığı;

─ Benim babamı sofanın parmaklıklarından derviÅŸler düÅŸürdüler, itelediler. Ben babamı çıkarıp otopsi yaptıracağım, der.

Ebubekir babayı gömdükleri kabirden çıkarıyorlar, hastaneye götürüyorlar. Otopsi için ameliyathaneye alınıyor. O zaman otopsiyi yapacak olan Doktor Sulhi Bey’dir ve itikadı zayıf birisidir.

Ebubekir Baba Hz.lerini ameliyat masasına yatırıyorlar. Doktor, vücudundan bir yeri açıyor ve orada bir sırra vakıf oluyor. Nabız yok, nefes yok ama kan dolaşıyor. Kalp çalışıyor ve “Allah” diye ses geliyor. Bunu duyuyor ve inancı zayıf bir kiÅŸi olduÄŸu için hayretler içerisinde kalıyor.

Ebubekir Baba’yı kaldırıyorlar, tekrar kabre götürüyorlar. Bostancı Ali Efendi Hz.leri, Üstadının cenazesini topraÄŸa vermek için kabrin içine giriyor. Tabi ameliyat edilir iken; Ebubekir Baba’nın vücudunu açtıklarından dolayı eline kan deÄŸiyor ve orada;

Bostancı Hacı Ali Efendi Hz.leri;

─ SEDDAKSIN YA ÅžEYHÄ°M!! EHLÄ° BEYTÄ° SEVEN AL KANLAR Ä°ÇÄ°NDE YATAR, buyuruyor.

Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Aziz Hazretleri, bu mübarek ve kutsal görevi layıkı ile tamamlamış ve 1929 yılında Hakka yürümüÅŸtür. Ä°lel Cenneti Ebeda. Allah-u Teâlâ Hazretleri makamlarını Âli kılsın, Füyuzatı Rabbaniye’lerini üzerimizden eksik etmesin. Âmin.