SORU ARA

SORULAN SORU

Peygamber Efendimiz zamanında tarikat var mıydı? Varsa eÄŸer Peygamber Efendimizden itibaren tarikatlar bu güne kadar nasıl gelmiÅŸtir?

CEVAP

Yolumuzu aydınlatan Cennet Mekan üstadımız NevÅŸehirli Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin bu konuda yapmış olduÄŸu açıklamaları sizlerle paylaÅŸarak sorunuzun cevabını vermeye çalışalım inÅŸallah...

Peygamberimiz (sav)’e vahy-i ilahi, 23 yılda peyderpey gelmiÅŸtir.

Cebrail (as):

“Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.’’ [1] Ayetini getirince, Rasulullah (sav) Efendimiz mahzun oldular.

Allah-u Teâlâ Hâbir ismiyle haberdar, Âlim ismiyle bildiÄŸi halde dedi ki:

“Ey Cibril! Muhammed’imi mahzun kılan nedir?”

Cebrail (as) Rasulullah (sav) Efendimiz yanına gelerek Allahu Teâlâ’nın suali iletti. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz ÅŸöyle dedi:

“Benim ümmetimin ömrü kısa, amelleri az olacak. Benden sonra da bir peygamber gelmeyeceÄŸi için onların dalalete düÅŸmesinden endiÅŸe ediyorum.”

Allah-u Zülcelâl Hazretleri Araf suresinin 181. ayeti kerimesini indirdiler.

“Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren salih kimseler vardır.” [2]

Bu ayeti kerimeyi duyunca Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselamda muazzam bir keyfiyet hâsıl oldu. Çünkü bu ayeti kerime peygamber varisi zatların, Peygamber Efendimizden sonra devam edeceÄŸine dair Allah’ın vermiÅŸ olduÄŸu bir müjdeydi.

Allah-u Teâlâ kutsi bir hadiste ÅŸöyle buyurdu:

“Åžeriatla amel edip Muhammed’imin sünnetini ihya edenleri, israiloÄŸullarının peygamberlerinin muadili kıldım”

Bu müjdeyle Rasulullah (sav) Efendimiz sahabeyi kiramın yanına geldiler ve:

“Ey ashabım! Benim ümmetimin evliyaları, Ä°srail oÄŸullarının peygamberlerinin muadilidir.”[3] buyurdular.

Bir baÅŸka hadisi ÅŸeriflerinde Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki;

“Allah’ın öyle kulları vardır ki siz onlar hürmetine rızıklanırsınız. Başınıza gelecek musibetler ve belalar da onlar hürmetine def olur. Onların içerisinde üç yüz tane ruh vardır ki Adem’in meÅŸrebi üzerinedir. Onun ahlakı gibidir. Bunların içerisinde kırk ruh vardır ki Musa’nın meÅŸrebi üzerinedir. Yedi ruh vardır ki Ä°brahim’in kalbi üzerinedir. Bunlardan üç ruh vardır ki Ä°sa aleyhisselamın kalbi üzerine bir baÅŸka rivayette de bir ruh vardır ki Muhammed-ül Mustafa aleyhisselatü vesselamın meÅŸrebi üzeredir.” [4]

Ä°ÅŸte her iki hadiste de iÅŸaret buyrulan zatlar Peygamber Efendimizin varisi olan mürÅŸidi kâmil zatlardır. Sahabeyi kiram hazeratının içerisinde birçok mürÅŸidi kâmil zatlar vardır. Åžüphesiz bu zatlar bizzat Allah Resulü tarafından kendilerine zikir telkin edilen seyrü suluk dediÄŸimiz manevi bir eÄŸitime tabi tutulan ve neticesinde fenafillah makamına ulaÅŸmış zatlardır.

Hazreti Ebu Bekir (ra) bunların başında gelir. Rasulullah Efendimizle (sav) Hazreti Ebu Bekir (ra) efendimiz Mekke’den Medine’yi Münevvere ’ye hicret ederken Sevr MaÄŸarası’na sığındılar. Allah’ın Resulüne bir zarar bir sıkıntı geleceÄŸinden korktuÄŸu için Hz. Ebu Bekir Efendimizde bir titreme hâsıl oldu. Rasulullah (sav) Efendimiz:

“Ya Ebu Bekir! Korkma! Üçüncüsünün Allah olduÄŸu iki kiÅŸiyiz, sakın korkma. Dilini damağına yapıştır ve La Ä°lahe Ä°llallah de…” buyurdu ve Hazreti Ebu Bekir’e tek nefeste yirmi bir kere kelimeyi tevhidi okuttu. Hazreti Ebu Bekir’in vücudunu öyle bir hararet bastı ki bütün dünyanın gam ve kederi kendisini terk etti. Böylece Ebubekir Efendimizin seyrü sülugu baÅŸlamış oldu.

 Seyrü Süluk; Ä°mandan sonra ittikâ ile yani ÅŸüphe ve tereddütlerden arınarak takva yoluna girmedir ki Ebu Bekir Efendimiz sıddıklık makamına eriÅŸerek zaten ÅŸüphe ve tereddütlerden arınmıştır.

Hazreti Ebu Bekir Efendimiz Medine’yi Münevvere ‘ye vardıklarında yine acayip haller içerisine düÅŸtüler. MaÄŸarada baÅŸlayan seyri süluk kendisini göstermeye baÅŸladı.

Allah’ın Resulüne ÅŸöyle dedi:

“Ya Resulullah! Bende garip bir hal oluyor.”

Resulullah (sav) Efendimiz;

 “Nedir ya Ebu Bekir?” diye sual edince, Hazreti Ebu Bekir Efendimiz;

“Nereye bakarsam mübarek cemalinizi görüyorum. Öyle ki eÅŸimin yüzünde dahi cemalinizi görüyorum.” dedi.

Rasulullah (sav) Efendimiz,

“Allah mübarek etsin. Buna fenafirresul makamı derler ya Ebu Bekir’……..’Åžu esmayı oku, seyri sülukuna devam et.” dedi ve o esmayla devam eden Hz. Ebu Bekir Efendimiz, fenafillâh makamına ulaÅŸtıklarında ÅŸu ifadeyi kullandı;

 ““Hangi eÅŸyaya baksam, hangi nesneye baksam, önce Allah’ı sonra nesneyi gördüm. Ya Rabbi! Bedenimi o kadar büyült o kadar büyült ki yedi kat cehennemi doldurayım da, “La Ä°lahe Ä°llallah Muhammed-ür Rasulullah” diyen bir tane adam cehennemden içeriye girmesin”

Ä°ÅŸte Abdulhâlık Gücdüvani Hz.leri gibi Muhammed NakÅŸibendî Hz.leri gibi zatlarla meÅŸhur olan NakÅŸibendi’ye tarikatı da, Hz. Ebu Bekir Efendimizle baÅŸlamıştır.

Hz. Ömer Efendimizle Hz. Osman Efendimizin sülûkları da farklıydı. Onların sülûkları riyazete dayalıydı. (az yeme, az uyuma, az konuÅŸma) iki saatlik uykuyla idare ediyorlardı.   Onların, Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerinin etrafında bu makama ulaÅŸabilmek için izlemiÅŸ oldukları yollardan örnek verelim ki bizlerde hüccet olsun.

Hazret-i Ömer hilafeti zamanında, Åžam ÅŸehrine gitmek icap etmiÅŸti. Eshab-ı güzinden bir cemaati de yanlarına alıp, Medine’den yola çıktılar. Hazret-i Ömer’in bir deveden baÅŸka bineceÄŸi yoktu. Eslem adlı bir köle var idi. Bir saat Hazret-i Ömer o deveye biniyordu, bir saat de Eslem biniyordu. Åžam ÅŸehrine girecekleri vakit, deveye binme sırası Esleme gelmiÅŸti. Adalet sahibi Hz. Ömer efendimiz sırayı bozmadan Eslem’i bindirdi.

Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’e gelip; “Efendim, bu saatte deveye siz binseniz “dediler.

Hazret-i Ömer; “Önce sıra benim idi, bu saat sıra Eslem’indir. Deveye niçin ben bineyim “diye sordu.

Eshab-ı güzin; “Åžam ÅŸehrine girilecektir. Åžam ÅŸehrinin bütün ileri gelenleri, sizi karşılamaya gelirler. Onlar atlı, siz halife iken yaya yürümek münasip olmaz. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricamızı makbul tutup, red etmeyiniz “dediler.

 Hazret-i Ömer huzursuz olup; “Siz bu cahillik adetlerini ne zaman terk edeceksiniz. Bu devenin sırtına binmekle mi insanlar ÅŸeref kazanır. Siz hâlâ anlayamadınız mı Hz. Muhammed Mustafa gibi bir peygambere ümmet olmaktan daha ÅŸerefli ne vardır yeryüzünde? Bize Ä°slam ÅŸerefi yetmez mi? “diye cevap verince, kimse bir ÅŸey diyemedi. Allah bizlere onların Ä°slam’ı yaÅŸadığı gibi yaÅŸamayı nasip etsin inÅŸallah.

Bir gün Re­sû­lul­lah, üzerine bir örtü çekmiÅŸ olduÄŸu hâlde istirahat ediyordu. O sırada Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Re­sû­lul­lah tav­rında bir deÄŸiÅŸiklik yap­madan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı ÅŸekilde hâlini deÄŸiÅŸtirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Re­sû­lul­lah hemen doÄŸruldu, toparlandı.

Bunun üzerine Hz. ÂiÅŸe:

“Ey Allah’ın Resul’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi deÄŸiÅŸtirdiniz?”

Allah Resulü ÅŸöyle cevap verdi:

“Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiÄŸi bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?” [5]

Bir gün Hz. Osman efendimiz, Rasulullah Efendimizi evine davet etti.

Hz. Osman’ın evine doÄŸru yürümeye baÅŸladılar. Rasullah efendimiz önde Hz. Osman arkada, Peygamber efendimiz ayak bastığı yerlere tek tek basarak, adımlarını sayıyordu.

Rasulullah (sav) bunu fark edip, sebebini sorduÄŸunda:

“Ya Rasulullah! Allah’a nezrettim, dedim ki Allah’ım eÄŸer Muhammed Mustafa’n benim hanemi ÅŸereflendirirse, haneyi saadetlerinden çıkıp, evime gelinceye kadar kaç adım attıysa, o kadar köleyi âzâd edeceÄŸim, dedim. Bu yüzden adımlarınızı sayıyorum. Dedi. Allah ÅŸefaatlerine nail kılsın inÅŸallah.

Rasulullah (sav) Efendimiz Hz. Ömer, Hz. Osman Efendimize de ayrı ayrı zikir telkin edip seyri süluklarını tamamlattılar.

Hz Ali efendimiz  ki velayetin kapısıdır. Rasulullah (sav) Efendimiz bir hadisi ÅŸeriflerinde; “Ben ilmin ÅŸehriyim, Ali de kapısıdır.” [6], buyuruyor. Cümle evliya olacak zatlar velayetin kapısı olan Hazreti Ali Efendimizden içeri girerler. Hz. Ali Efendimizin seyrü sülugunu Cennet Mekan Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri ÅŸöyle anlatmıştır;

Rasulullah (sav) Efendimiz, Cennet ve Cehennem ’den bahsederken, Cehennem ’in çok ÅŸiddetli, mahÅŸer yerinin çok elemli olacağını, fevç fevç herkesin terleyeceÄŸini, babanın evladından, annenin kızından kaçacağı anı anlatıyordu. Hz. Ali Efendimiz bunları düÅŸününce, kendisini bir titreme aldı. Oturdukları mecliste Kur’an tilaveti yapıyorlardı, azap ayetlerinin okunmasının da etkisi ile dayanamayıp, o halde, Rasulullah (sav) Efendimizin yanına geldi.  Efendimiz (sav):

         Ya Ali! Sıtmaya mı tutuldun, nedir bu halin?”, diye sordu.

         Hz. Ali Efendimiz:

“Hayır, Ya Rasulullah! Siz ahiretten, mahÅŸer yerinden bahsedip oranın ÅŸiddeti ile ilgili mevzuları anlattıkça, Ben de ÅŸu ayeti okudum, azab-ı elimi (sızı verici azabı) düÅŸündüm de çok korktum ve üzüldüm. Onun için ne olur ya Rasulullah, Bana, Allah’a Kurbiyyet (manevi yakınlık) peyda edecek, Allah’a  varan yolların en kestirme olanını, kullarına en kolay gelenini, Nezdi Ulûhiyyetinde en makbul olanı ne ise bana öÄŸretiniz. diye niyaz etti.

           Efendimiz (sav) de:

         ─Ya Ali! Ben ve benden önceki peygamberlerin söylemiÅŸ olduÄŸu, Hak katında en muteber söz, “La Ä°lahe Ä°llallah” kelimeyi tevhididir. Yedi kat gökler ve yer bir kefeye konsa, kelimeyi tevhit de bir kefeye konsa; kelimeyi tevhit vallahi ağır basar. Dedi

            Ya Ali otur! Dizlerini dizlerime, alnını alnıma, burnunu burnuma daya ve ellerimi tut; “La ilahe illallah, La ilahe illallah, La ilahe illallah Muhammedür Rasulullah” de. ( Buna Tasavvuf ’ta yedi sahih denir. Gerçek el alma denir. Fetih suresinin onuncu ayetine atıfta bulunulur. Abdullah Babam bu mevzuyu bize aktarırken buraya hep dikkat çekerdi.)

Sonra Hazreti Ali Efendimize şu ifadeyi kullandılar;

            “Ya Ali, Åžeriat emir ve nehyimdir.   Ä°slam dinidir. Rabbimin Bana emir ve nehyettikleridir. Bunu yapmayanlara azap vardır. Tarik (Allah’a giden yol)’da Benim yapmış olduÄŸum nafile ibadettir. Namaz gözümün nuru, oruç da hüccettir (Allah katında kurtuluÅŸ sebebidir). Mideni de harama alıştırma. Kim bu söyleneni yaparsa, Allah-u Teâlâ onu sever. Meleklere emreder; ‘Ey meleklerim! Ben bu kulumu seviyorum, sizler de sevin!’ Ve melekler de onu sever. Melekler sevince, müminlerin de kalbine onun sevgisini koyar ve böylece o kimseyi müminler de sever.”

Sünneti seniyye Benim fiillerimdir. Bundan doÄŸacak hâl hakikatimdir. Ve Allah ile aramızda bir keyfiyet hâsıl olur ki o da sırdır. Benim Allah ile aramda öyle zamanlar olur ki ona ne bir peygamber ne de bir mukarrep melek eriÅŸememiÅŸtir”

Mekke fethedilmiÅŸ. Kâbe-i Muazzam’ının içerisindeki putları temizlenecektir. Büyük bir putu yıkmaya çalışılmış ama çok büyük olduÄŸundan dolayı yıkılamamıştır.

Rasulullah Efendimiz;

“Ya Ali! Omuzuma çık da ÅŸu üstteki putu indir.” Der.

Hz. Ali Efendimiz;

“Ya Rasulullah! Ben edep ederim, Siz benim sırtıma çıkın.” deyince

Bunun üzerine Rasulullah (sav);

 “Ya Ali! Arz Beni zaten zor taşıyor, Sen nasıl taşıyacaksın? Omuzuma çık!” dedi. Üç kere tekrar etti. Üçüncüsünde Hz. Ali (kvc) Hazretlerine,

 “Ya Ali! MürÅŸidin emri edebin üstündedir. Omuzuma çık” buyurur.

Hz. Ali Efendimiz putu aÅŸağıya indirirken öyle bir garip hal yaÅŸamaya baÅŸladı ki bir ara başını Rasulullah Efendimize doÄŸru çeviriverince; Rasulullah Efendimizle göz göze gelirler ve Rasulullah Efendimiz sorar:

 “Ne oldu Ya Ali!”

Hz. Ali Efendimiz: “Aman Ya Rasulullah! On sekiz bin âleme bakıyorum, kademi Rasulullahı görüyorum. Karşıma bakıyorum sadrı Rasulullahı görüyorum. Cemalinize bakıyorum Allah’ı görüyorum Ya Rasulullah!” diye cevap verir. Hazreti Ali Efendimiz fenafirresul makamına orada ulaÅŸtılar.

 Hazreti Ali Efendimiz seyri sülukunu devam ettirdi. Seyri sülukunun nihayetinde ÅŸunu diyecekti: “Ben görmediÄŸim Allah’a secde etmem.”

Ä°ÅŸte bu makam Fenafillâh makamıdır…

Öyle diyor Aleyhissalatü Vesselam: “Benden ve Ali’den gayrı Allah’ı bileniniz yoktur. Allah’tan ve Ali’den gayrı Beni bileniniz yoktur. Ben’den ve Allah’tan gayrı da Ali’yi bileniniz yoktur.”  

Hz Ali (kvc) Hazretlerinin yolu, yani ÅŸu anda müntesip olduÄŸumuz cehri yolda bu ÅŸekilde baÅŸlamıştır. Sonra Fatımilerden yani Fatıma Annemizden veraset yoluyla Peygamber Efendimizin bu süluku devam etti. Seyyid Abdülkadir Geylaniler, Rufailer, Bedeviler, Dussukiler, Åžazeliler ve hakeza ve hakeza… Sonra da velayet yoluyla yani seyri sülûk ile Sırrı es Sekati, MaÄŸruf el Kerhi, Cüneydi BaÄŸdâdi gibi zatlarda bu yoldan geldiler. Ä°ÅŸte o yolun 45. Halkası da Abdullah Gürbüz Kaddesallahu Sırrah-ul Aziz Hazretleridir.

GörüldüÄŸü gibi Allah Resulü çihari yârin güzin efendilerimizin her birine ayrı ayrı zikir telkin edip, her birine seyrü süluklarını tamamlatmıştır.

Peki, neden her birine ayrı ayrı yollar telkin etmiştir?

Åžöyle ki;

         Peygamber (sav) Efendimiz Hafi zikri önce Ebubekir Sıddık (ra) Hz.lerine telkin edip irÅŸad buyurdular. Sonra da Hz. Ali (ra) Efendimize de telkin buyurarak bir müddet çalıştırtırdılar. Hz. Ali Efendimiz, asla tad bulamadılar ve tarikatten feyz alamadılar. O zaman Efendimiz (sav) Allah-ü Teâlâ’ya temenni ve niyazda bulundular. Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Osman (ra) Efendilerimiz hakkında, emr-i ilahi zuhur etti:

            “Habibim! Onların, dördünün de kabiliyetleri baÅŸka baÅŸkadır. Birisinin gittiÄŸi yoldan, diÄŸeri gidemez. Onların, tecellileri iktizası böyledir, buyuruldu ve her birinin hakkında bir tarik Fahr-i Âlem (sav) Efendimize talim olundu.

Åžimdi On iki tarikat olduÄŸu gibi o vakitte Rasulullah (sav) Efendimiz dördüne dört tarik göstermiÅŸ ve dördünü de Allah-ü Teâlâ Hz.lerine vasıl etmiÅŸlerdir. Daha sonra Efendimiz (sav) ahirete teÅŸrif buyurduklarında, Ebubekir-i Sıddık (ra) Efendimiz halifeleri olmuÅŸlar ve kendi tariki üzere ashabı kiramdan istidadı bulunanları irÅŸad buyurmuÅŸlardı.

         Daha sonra Hz. Ömer (ra) Efendimiz halife olmuÅŸ ve kendi tarikleri güç olduÄŸundan o da Ebubekir-i Sıddık (ra) Efendimizin tarikinden suluk göstermiÅŸlerdir.

         Ondan sonra Hz. Osman (ra) Efendimiz hilafet geçince o da Hz. Ömer Efendimiz gibi, kendi tarikini göstermemiÅŸ, Ebubekir Sıddık (ra) Efendimizin tarikinden süluk göstermiÅŸlerdir.

         Nihayet Hz. Ali (ra) Efendimiz, halife olunca Ebubekir-i Sıddık Efendimizin tarikinden süluk görenlere, yine o tarikten terbiye etmiÅŸ. Yeniden, kendilerine intisap edenleri de, kendi tariklerinden irÅŸad buyurmuÅŸlardı.

         Hz. Ömer ile Hz. Osman Efendilerimiz tarikatlarının uygulaması çok ağır olduÄŸundan dolayı Hz. Ömer ile Hz. Osman’ın tarikleri kaybolmuÅŸtur. O tariklerden hiçbir irÅŸad olunmadığı için ÅŸimdi onların vekilleri, tasarruf ve irÅŸad ile memur deÄŸillerdir.

Peygamber (sav) Efendimiz vakt-i saâdetlerinden Eba-Müslim zamanına gelinceye kadar Tarikat-i Aliye biri gizli ve diÄŸeri açık olmak üzere iki idi.

         Eba Müslim’den sonra, oniki tarikat zuhur etmesinin sebebi ve hikmeti ÅŸudur:

         Fahr-i-âlem (sav) Efendimizin sülalesinden on iki imam zuhur etmiÅŸtir. Dördü Hz. Ebubekir(ra)Efendimizin tarikinden ve sekizi Hz. Ali (ra) Efendimizin tarikinden süluk görmüÅŸlerdir. Süluklarindan sonra, bunlarında ciharı yâri Güzin Efendilerimiz gibi, her birilerinin tecellileri baÅŸka olduÄŸundan, Cenabı Hak kendi tecellilerine göre keyfiyetsiz olarak birer tarik göstermiÅŸti. Bundan dolayı, kendilerine yakın olan kimselere, sırren o tarik üzere telkin buyurur ve sulük gösterirlerdi. Lakin zahirde açıklamazlar, kendileri süluk gördükleri tarikten görünürlerdi. Çünkü o vakitler:

         ‘Bunlar, Hz. Ebubekir (ra) ve Ä°mam Ali (ra) Hz. leri tarikinden ileri geçip, kendiliklerinden tarik icad ettiler. Tarik-i Muhammediye’yi bırakıp, batıl yola gittiler.’ diye halk arasında bir fesada sebep olmamak için, bunu açıklamazlardı. Bundan dolayı, o zaman iki tarikattan baÅŸka, vuslat yolu yoktu. Sonra, yeniden cehalet vakti geldi, çattı ve Eba-Müslim’in ortaya çıkmasına kadar, mü’min ve muvahhit olan kimseler, hücrelerinde ibadet ve ta’atle meÅŸgul olmaya ve hallerini kimseye açıklamamaya baÅŸladılar.

         Eba- Müslim’in ortaya çıkması üzerine, kitapların haber verdikleri gibi ÅŸeriat-ı mutahhara, ilerledi, doÄŸuyu ve batıyı tuttu. O zaman fasıklar, facirler ve münafıklar birer tarafa dağıldılar ve periÅŸan oldular. Bundan sonra, mezkûr imamların her birerlerinin tecellisinde bir pir zuhur etti ve 12 tarik böylece meydana çıktı.

         NaklettiÄŸimiz bu bilgilerin tamamı tasavvuf ilmi kapsamındadır. Bu ilimle ilgili yeterli tafsilat yapılmadığı içinde çokta vakıf olunamamış bilgilerdir. Nasıl her ilmin kaynağı Allah Resulü(sav) ise tasavvuf ilminin ilk kaynağı da Allah Resulüdür. Yani ilk mutasavvıf Hz. Muhammed (sav)’dir.

Kur’an’ı gereÄŸi gibi anlamak, baÅŸta Hz. Peygamber (Sav)in açıklamaları olmak üzere, kıraat vecihleri, sahabenin izahları, Arap dili, nüzul sebepleri… Ve daha pek çok hususu bilmeye baÄŸlıdır. Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh, Tasavvuf gibi ilimler de Allah’ın dini olan Ä°slam’ın ve Kuran’ın doÄŸru ÅŸekilde anlaşılmasını amaçlar. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın doÄŸru anlaşılmasını ve yaÅŸanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaÅŸanması da mümkün deÄŸildir. “Ä°slâm akıl dini deÄŸil, nakil dinidir” ÅŸeklindeki söz de ancak bu ÅŸekilde doÄŸru bir zemine oturabilir.

Ulema, Kur’an’ın doÄŸru anlaşılması için vazgeçilmez olan bu ilimleri sahabe döneminden baÅŸlayarak belli bir tedricî geliÅŸim içinde sistemleÅŸtirmiÅŸ ve uzun yıllar, hatta yüzyıllar süren gayretler neticesinde Ä°slâmî ilimler bugünkü kıvamına kavuÅŸmuÅŸtur. Tefsir, Hadis, Kelam ve Fıkıh ilimleri hayatımızın dış cephesinin ilahî rıza doÄŸrultusunda ÅŸekillenmesini saÄŸlarken, Tasavvuf ilmi de içimizin, kalbî ve ruhî hayatımızın arzu edilen kıvama gelmesini temin eder. Dolayısıyla Tasavvuf’suz bir hayat, sadece dış cephesi süslenmiÅŸ bir binaya benzer. Bizler, evlerimizin dış görünüÅŸünün güzel olmasına dikkat ederiz; ancak evin bize lazım olan esas kısmı içerisidir. Hayatımızın büyük bir bölümünü iç mekânlarda geçirdiÄŸimiz için asıl süslenmesi ve yaÅŸanabilir hale getirilmesi gereken yer, iç mekânlardır.

Kelam ve Fıkıh gibi ilim dallarının ilgi sahasına giren ayetler nasıl ancak bu ilim dallarının sistemleri vasıtasıyla anlaşılabiliyorsa, Tasavvuf ’un ilgi sahasına giren ayetler de ancak bu ilim dalının ortaya koyduÄŸu sistemle bir bütün olarak anlaşılabilir. DiÄŸer ilim dallarında olduÄŸu gibi Tasavvuf’ta da ilgili ayetlerin anlaşılması, Hz. Peygamber (sav)’in Sünneti ve hadisler temelinde olacaktır.

Åžuna dikkat çekmez isteriz ki;

Ä°slâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduÄŸu birikim, tesadüfen oluÅŸmuÅŸ ya da tarihin belli bir döneminden sonra kendiliÄŸinden ortaya çıkmış deÄŸildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve uygulamaları oluÅŸturmuÅŸtur. Bu itibarla söz konusu ilim dallarının her birinde gördüÄŸümüz hoca-talebe iliÅŸkisi, kesintisiz biçimde Sahabe ’ye ve onlar vasıtasıyla Hz. Peygamber (sav)’e kadar uzanır.

Bu ilim dallarında faaliyet göstermiÅŸ olan ulemanın tümü (Allah onlardan razi olsun) sadece Allah Teâlâ’nın rızasını gözeterek hareket etmiÅŸ ve O’nun muradını keÅŸfetmenin peÅŸinde olmuÅŸtur.

Bu uÄŸurda mücadele eden mütekellimleri, müfessirleri, fakihleri, muhaddisleri mutasavvıfları Ä°slam içinde ayrılıklar olarak deÄŸil de; Ä°slam ordusunun kara, hava, deniz, atlı, yayalı gibi farklı noktalarında hizmet eden bir neferi olarak görmelidir.

 

 

 

 

 

 

 



[1] Araf-159

[2] Araf 181

[3] Razi, Tefsir, VIII/302; Neysaburi, Tefsir: I/264; KeÅŸfu’l-Hafa: II/64

[4] Aclunî, KeÅŸfu’l-hafa, 1/26; Suyutî, el-Havî li’l-fetavî, 2/298

[5] Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 26-27

[6] el- Cami’us-SaÄŸir 1/415, Sevaiku'l-Muhrika 73; Tehzibu't-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126




Okunma Sayýsý : 8718

Soru Tarihi: 9/14/2015

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadýr.
Bir Yorum Yazýn
Adý Soyadý *
E-Posta *
Yorum *