SORULAN SORU

Tasavvufî yaÅŸantı sahiplerinin sıkça kullandığı himmet nedir? Niçin tartışma konusu yapılıyor, neden yanlış anlaşılıyor? Himmet kavramını kullananlar niçin ve nasıl kullanıyor?

CEVAP

Himmet, kelime manasıyla; Kalbi, iradeyi, duygu ve düÅŸünceyi bir noktaya toplayıp, kıymetli, ÅŸerefli ve güzel ÅŸeylere yönelmek manasını taşıyor.

Tasavvuf erbabına göre himmet; kulun kendisini veya baÅŸkasını bir hayra ulaÅŸtırmak, bir serden korumak veya bir kemali ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak, kalbiyle Cenâb-ı Hakk’a yönelmesidir. [1]

Himmet, ilahi nurla temizlenmiÅŸ ve takva ile yücelmiÅŸ ruhların, Allah’ın izniyle muhtaç kullara yardım etmesidir. Bu âli ruhlar zamana baÄŸlı deÄŸildir, mekân ile sınırlanmazlar. Maddi ÅŸartlar onlara engel olmaz.

Bugün günlük hayatımızda himmet deyince akla yardım ve destek geliyor. “Falanın himmetiyle müÅŸkülüm çözüldü” derken, bana saÄŸladığı destekle sıkıntıdan kurtuldum demek istiyoruz. Böyle bir himmeti inkâr eden yok. Çünkü bütün insanlık, birbirine muhtaç bir halde yaratılmıştır. Zayıflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller âlimlere muhtaç edilmiÅŸ; kendisine maddi-manevi imkân ve nimet verilenler de, onu muhtaçlara ulaÅŸtırmakla görevlendirilmiÅŸtir.

Allah’ın dostu evliyaullah da himmet bahsine gelince MürÅŸid-i Kâmillere emanet edilmiÅŸ ilâhi bir nurdur. (Velayet, veraset). O nur ile yol alır, hak yolcularını terbiye ve takviye ederler.

Himmet, Allah’ın bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulaÅŸtırmakla görevli Allah’ın dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “Cündullah (Allah’ın askerleri)” denir. "Rabbinin askerlerinin (adedini) ancak Rabbin bilir"[2]. Sayılarını, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden oluÅŸur.

Ey imân edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve O'na vesile arayınız ve O'nun yolunda mücâhedede bulununuz ki, felâh bulabilesiniz. [3]

Ä°smail Hakkı Bursevi Hz.leri Ruhul Beyan tefsirinde  ayetin tefsiri yapılırken ÅŸöyle demiÅŸtir:

 “Bil ki, ayeti kerime, açıkça vesileye yapışmayı emretmektedir, öyleyse vesile gereklidir. Çünkü Allah’u Teala’ya vuslat bir vesile ve bir vasıta ile olmaktadır. Bunun için en güzel vesile ve vuslat yolu da, hakikat alimleri ve tarikat ÅŸeyhleridir.”

Cenâb-ı Hak, onlar vasıtasıyla dilediklerine yardım edip, müÅŸküllerini çözer.

Bu hakikati Resulallah Efendimiz (sav) söyle ifade buyurmuÅŸtur:

“Asıl veren Allah’tır, ben ise verileni taksim edip yerine ulaÅŸtırmakla görevliyim” [4]

Aslında kuluna destek veren ve müÅŸkülünü çözen Allah’tır. Peygamberler (as) ve evliyalar bu noktada vasıtadırlar. Tıpkı hastalığımıza ÅŸifa bulmak için doktoru, güvenliÄŸimiz için emniyet güçlerini vasıta olarak kullandığımız gibi. Allah dilemezse doktor ÅŸifa veremez, yine Allah dilemese bizleri koruyup kollama vazifesini cümle âlem bir araya gelse gerçekleÅŸtiremez.

Åžüphesiz ki Allah-u Zülcelâl’in verirken de alırken de hiçbir yardımcıya ihtiyacı yoktur. O, hem maddi hem de manevi konularda sebeplere binaen kullarına ihsanda bulunmaktadır. Rabbimiz Teâlâ’nın; Hâdi, Mudil, Åžâfi, Rezzak gibi sıfatları ve isimlerinin, kulları aracılığı ile tecellisi söz konusudur. Bu ise O’nun yeryüzündeki sünnetidir, yani sünnetullahtır. Cenâb-ı Hak, doktorlara tıp bilgileri sebebiyle Åžâfi isminden bir tecelli vermiÅŸ, onlar da insanların ÅŸifasına vesile olmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki, salihlerin himmeti insanın manevi geliÅŸimi için çok önemlidir. Ä°mam Rabbani (k.s) bu konuda: “O büyüklerin sözleri, kalp hastalıklarına ilaçtır. Onların bakışları manevi hastalıklara ÅŸifadır” der. [5]

 Cenab-ı Hakkın Veli isminin tecellisi de mürÅŸid-i kamil zatlarda görülür ki bu da bizler üzerinde himmet ÅŸeklinde tecelli eder. Himmet ilahi bir ikram muttakilere Allah tarafından verilen bir sermaye, ilahi bir emanettir. Allah’ın sevdiklerine ikramı, ilahi aÅŸkın meyvesi, takva sahiplerine bir hediyedir. Allah-ü Teâlâ, sevdiklerine yaptığı bu ikramı, meÅŸhur bir kuds-i hadiste söyle bildiriyor:

“Ben, farz ve nafile ibadetlerle bana yaklaÅŸan kulumu sevdiÄŸim zaman, onun gören gözü, iÅŸiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O benimle görür, benimle iÅŸitir, benimle tutar, benimle yürür. Bana sığınırsa onu himaye ederim. Benden bir ÅŸey isterse kendisine veririm.” [6]

Ä°ÅŸte velilerin ulaÅŸtığı bütün keramet ve himmet bu hadis-i kutside özetleniyor. Bu hadiste Allah dostlarına verilen imkân ve yetkilerin ne boyutta olduÄŸunu büyük müfessir Fahruddin Razi (ks) Hz.leri ÅŸöyle anlatır:

“Ä°nsan büyük bir baÄŸlılık ve samimiyetle Allah-ü Teâlâ’ya itaate devam ederse, Allah’ın, onun gözü ve kulağı olurum buyurduÄŸu bir makama yükselir. Allah’ın Celal nuru kul için bir kulak olunca, o yakını iÅŸittiÄŸi gibi uzağı da iÅŸitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakını gördüÄŸü gibi uzağı da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakındakine, uzaktakine, her ÅŸeye gücü yeter.” [7]

“Resulüm de ki: Ben, Allah’ın dilediÄŸinden baÅŸka kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip deÄŸilim” [8]ayet-i kerimesi, her ÅŸeyin Yüce Allah’ın takdirinde olduÄŸunu belirtiyor.

Allah dostlarından büyük âlim ve Arif bir zat olan Ä°bnu Atâ (ks) Hazretleri, Hikem adlı eserinde der ki:   

“Himmetler ne kadar büyük ve hızlı olursa olsun, kader sınırlarını geçemez. Kâmil mürÅŸid, müridin isteÄŸine deÄŸil, Allah-ü Teâlâ’nın onun hakkındaki takdirine bakar. Bir çeÅŸit kader vardır ki, onun gerçekleÅŸmesi Allah tarafından kesin hükme baÄŸlanmıştır. Bu hükmü verilen ÅŸeyin gerçekleÅŸmesi kaçınılmazdır ve onu dua ve himmet deÄŸiÅŸtiremez. Bir çeÅŸit kader de vardır ki, onun gerçekleÅŸmesi bazı sebeplere baÄŸlıdır. Ä°ÅŸte dua, himmet ve sadaka bu kısımda fayda verir”.

Himmet nefse deÄŸil, hikmete uygun olur. Arifler Allah-ü Teâlâ’nın hikmetine âşıktır. Ä°ÅŸlerin görünen tarafına deÄŸil, sonucuna bakarlar. Onlar kendileri ve talebeleri için hep Allah’a yaklaÅŸtıracak sebepleri ararlar. Kulun Allah-ü Teâlâ’ya yaklaÅŸması, nefsinin terbiyesine baÄŸlıdır. Bu terbiye bazen sıhhat ile bazen de hastalık ile gerçekleÅŸir. Bazı kalb hastalıklarının tedavisi fakirlik, yalnızlık ve çaresizlik ile olur. Kalp katılığı ve gafletin giderilmesi için bazen acı tecrübeler gerekir. Mürid bunları bilmez ve bir sıkıntıya düÅŸünce, kurtulmak için mürÅŸidinden himmet ve dua ister. MürÅŸid feraset nuru ve ilahi bir ilimle, o sıkıntının müridin derdine ilaç olduÄŸunu görür ve onu Allah’a yaklaÅŸtırdığını bilir, kısaca; “Dua ederiz” der. Mürid de, o derdin hemen biteceÄŸini düÅŸünür. Hâlbuki MürÅŸid-i kâmil, Allah-ü Teâlâ’dan o sıkıntının devamını istemektedir. Çünkü müritteki gafletin ilacı, o sıkıntının içindedir. Hastaya ilacını içirmemek dostluk deÄŸil, ihanet olur.

Mürid:

 ─Himmet Efendim! Dedikçe,

MürÅŸidi:

Önce hizmet evladım! der.

Hizmet etmek nasip iÅŸidir. Manevî rızkı olmayan kiÅŸi hizmet edemez veya hizmet ettiÄŸini zanneder.

MürÅŸid bu sözüyle bu duruma iÅŸaret etmektedir. Bize himmet edin diyen, yolun henüz baÅŸlangıcında olan kiÅŸilere; “OÄŸlum hizmet ediyorsunuz ya Hiç himmet olmazsa siz hizmet edebilir misiniz? Bizim himmetimiz sizde hizmet olarak aÅŸikâr oldu, vücut buldu. Siz hâlâ himmet peÅŸinde misiniz? Hizmete devam edin” demektedir.

 DerviÅŸ Allah rızası için hizmet ettikçe, cömertlik yaptıkça, ahlakını güzelleÅŸtirdikçe himmet de saÄŸnak saÄŸnak derviÅŸe ulaşır. Bir nevi bunlar himmetin anahtarıdır. Arifler demiÅŸlerdir ki: “MürÅŸidin himmeti, müridin gayretine göre olur. Tarlasında güzel ekin isteyen bir kimseye düÅŸen ilk iÅŸ, tarlayı temizlemek ve uygun tohumu oraya güzelce ekmek, peÅŸinden de gerekli sulamayı yapmaktır. Bundan sonrası elini açıp hayırlısını istemek zamanıdır. Bunları yapmayan bir kimse, dünyadaki bütün velileri dolaÅŸsa ve iyi mahsul için dua talep etse, tarlasında ekin deÄŸil, ancak diken biter.”

Balıklar denizden çıkmadan, bulundukları yerin farkına varamazlarmış. Tabi akla ÅŸu da gelebilir. Falanca, Åžöyle ÅŸöyle hizmet ettim de ÅŸunlara ÅŸunlara mazhar oldum dedi. Peki, bu nasıl oldu? Onun cevabını ÅŸöyle veriyor büyüklerimiz;

“Hizmetin, himmet olduÄŸunu ilk baÅŸta bildi. Bu bilinçle ÅŸükrünü yerine getirmek için hizmetine devam etti. Allah-u Teâlâ “ÅŸükrederseniz arttırırım” buyurduÄŸundan hizmetin ecri kat be kat himmet olarak arttı. Himmet, hizmeti geçti. O kadar ki baÅŸkasına dahi himmet edecek hâle geldi.”

Ä°stimdat

Yardım, medet ve himmet istemek demektir. Önce ÅŸunu belirtmeliyiz ki her türlü yardımın kaynağı ve baÅŸvurulacak merci Cenab-ı Zülcelâl Hazretleridir. Allah'tan baÅŸkasından doÄŸrudan yardım dilemek söz konusu olamaz.

Tasavvuf ’ta Hz. Peygamberden (sav), tarikat pirinden veya ÅŸeyh gibi maneviyat büyüklerinden istimdat, doÄŸrudan onların ÅŸahıslarından yapılan bir talep olarak deÄŸerlendirilmemelidir.

Böyle bir istimdat, onların Allah katındaki derece ve deÄŸerlerinden yararlanmaktır. Bu ÅŸahıslar hakkındaki manevi sevgi ve hüsn-ü zannın bir ifadesidir. Ä°nsan, beÅŸer olmanın gereÄŸi olarak sığınma duygusu taşır. Ä°stimdat, sığınma duygusunun bir tezahürüdür. Çocuk anne-babasına, talebe hocasına, mürid ÅŸeyhine sığınmak ve yakın olmak ister. Nasıl küçük bir çocuk anne-babasının yanında daha güvende olduÄŸunu sanır ve onlardan uzakta iken; “Anne! Baba!” diyerek ebeveyninden medet umarsa, mürid de öyledir. O da kendisini mürÅŸid ve manevî büyüklerin yanında daha bir güvende hisseder. Onlardan uzak olduÄŸu zaman ise annesine seslenen yavru gibi onlara sığınır.

Tasavvuf’taki “Ä°nsan-ı Kâmil” telâkkisi, Allah ve Resûlü’nün ahlakıyla ahlaklanmış, kemal sıfatlarıyla muttasıf ve Hakk'ın mazharı demektir. Bu yüzden bu zâtlar, ruhanî bir tasarrufa mazhar kabul edilir. "Mazhar kabul edilir" diyoruz, çünkü gerçek tasarruf Allah'ındır. Kul veya kiÅŸi, bu tasarrufun görüntüsüdür. Vahdet-i vücut telâkkisinde bütün fiiller Allah’ındır. Kudret ve kuvvet sadece O'na aittir.

Medet ve himmet istenen kiÅŸinin bizzat kendisinde bir varlık görüp talep ondan beklenecek olursa, elbette caiz olmaz. Sahibini ÅŸirke düÅŸürür. Ama “Ya Rabbi! Benim Sana ÅŸahsım adına elimi açmaya yüzüm yok, nezdinde sevgili kulun olduÄŸuna hüsnü zan ettiÄŸim falan kulun hürmetine bana medet eyle!” anlamında bir istimdat insanın benlik duygularını da siler. Böyle bir himmet ve medet talebinin gıyapta olması ile huzurda olmasının bir farkı yoktur.

 Peygamber(sav) Efendimiz bir hadis-i ÅŸeriflerinde:

 “Ümmetimde ebdaller otuz (diÄŸer rivayette kırk) tanedir. Onlar vesilesiyle yer ayakta durur ve onlar vasıtasıyla yaÄŸmurlanırsınız. Yine onlar vesilesiyle yardımlanırsınız.” [9]

Ä°bni Abbas (ra)dan rivayet edilen bir Hadis-i Åžerifte Resulallah (Sav) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:

“Åžüphesiz ki Allah’u Teâlâ’nın hafaza meleklerinin dışında yeryüzünde melekleri vardır ki, aÄŸaç yapraklarından düÅŸenleri yazarlar.  Sizin birinize çöl arazisinde bir aksaklık isabet ederse: ‘Ey Allah’ın kulları! (Bana) yardım edin’ diye seslensin.” [10]

Abdullah ibn-i Mes’ud (ra)den rivayet edilen diÄŸer bir hadisi ÅŸerifte, Resulallah (sav) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:

“Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa: ‘Ey Allah’ın kulları hapsedin! Ey Alalh’ın kulları durdurun’ diye seslensin. Çünkü Allah’ın yeryüzünde hazır bulunan kulları vardır ki, kısa bir zaman içinde onu tutarlar.” [11]

“Bu mürÅŸid-i kâmillerin himmeti, ölmüÅŸ kalpleri diriltir. Ä°manımız vardır. Bunlar çağıranlara yetiÅŸirler. Biriniz azarsanız, ÅŸaÅŸarsanız yahut bir ÅŸeyde yardımcı muhafaza edici isterseniz, hiç kimsenin size yoldaÅŸ olmadığı ve naçar kaldığınız yerde: “Ey Allah (cc) Hz.lerinin has kulları! Beni muhafaza ediniz. Ey Allah (cc) Hz.lerinin has kulları! Bana yardım ediniz!' deyiniz." [12]

Ä°ÅŸte kâmil bir veli, darda kalıp kendisinden yardım isteyen bir mümine ilahi izinden sonra bu nur ile yardımcı olmaktadır. Mesafe ne olursa olsun, kalbi ilahi nur ile cilalanmış kâmil bir veli, Allah’ın izni ve dilemesiyle dünyanın her yanını görebilir. Her sesi iÅŸitebilir, her yana el uzatabilir. Bu, Allah-ü Teâlâ’nın dilediÄŸi kulları için kolay ve mümkündür. Ancak bu nimeti kime, ne zaman, ne ölçüde vereceÄŸini Cenâb-ı Hak tayin eder.

Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri bu konu sorulduÄŸunda “MürÅŸid-i Kamil olan bir zâtın; derviÅŸleri ayrı ayrı ülkelerde, ÅŸehirlerde, köylerde, kasabalarda olsalar hepsi birden sıkıntıya düÅŸseler veya sekerat halinde olsalar dahi, Allah’ın izni ile o derviÅŸlerinin hepsine aynı anda yetiÅŸebilecek maneviyatı vardır. Dünyanın dört ucunda, dört müridi aynı anda can veriyor olsa, dördüne de ÅŸeytan musallat olsa, dördüne birden himmet edemezse ona mürÅŸid-i kamil denmez evladım…  ” buyurmuÅŸlardır.

Büyük Üstadımız Antepli Bilal Nadir Hz.leri himmeti bol, kerameti açık, eÅŸine az rastlanır, nadirattan güzide evliyaullahtandır. Bir sohbetlerinde;

“Bizden; zorda kaldığınızda, sıkıştığınızda, himmet istediÄŸinizde eÄŸer yetiÅŸemezsem; ben sizin deÄŸil merkeplerin ÅŸeyhiyim” buyurarak, Ä°ndi Ä°lahideki kıymet ve nazarının ne denli çok olduÄŸunu ifade etmiÅŸlerdir.

Evliyayı kiramın himmeti, yayından çıkan oku, namludan çıkan mermiyi geri çevirir. Evliyaya muhabbet edene, sevene de böyle kuvvetli himmet gelir. Evliya izam daima Ümmet-i Muhammed’in (sav) iyiliÄŸini, refahını ister, iÅŸte bunların himmeti daÄŸları yürütür.

Peki derviş nasıl himmet istemelidir?

“Evladım! Manen daraldığınızda ‘Baba’ diye himmet isterseniz; tesiri daha çabuk olur. Zira bize maneviyatta “BABA” lakabı verilmiÅŸtir.”

Ya Muin! Dahilek Üstadım Hacı Abdullah Babam” ÅŸeklinde bir ifade en doÄŸru olanıdır.

Bir de ÅŸunu belirtelim ki derviÅŸ kime tabi ise yani “üstadım babam” dediÄŸi kim ise himmeti ondan istemelidir.

Bilal Nadir Hz.lerine tabi bir derviÅŸ, mübareÄŸi ziyaret etmek için Antep’e doÄŸru merkebi ile yola çıkar. Yollar ÅŸimdiki gibi düz temiz deÄŸil ki taÅŸlık engebeli. Merkep ha bire tökezler, bizim derviÅŸ de üzerinden düÅŸer. Tabi her düÅŸtüÄŸünde de bir yara alır, canı pek acır. DerviÅŸ bakar ki baÅŸ edemiyor aklına himmet istemek gelir. “Dahilek Bilal Babam” der durmaz, “Dahilek Geylani Hz.leri”  susmaz “Dahilek UkkaÅŸe Hz.leri” dedikçe düÅŸer her bir yanı yara bere içinde kalır. Nihayet Bilal Babanın huzuruna vardığında selam verir periÅŸan bir halde huzura çıkar. Sitemkâr bir ifade ile;

 “Aman Efendim der dara düÅŸünce himmet isteyin buyurdunuz amma ÅŸu halimize bakın himmet istedikçe merkepten düÅŸtük.”

Bilal Baba tebessüm ederek ÅŸöyle cevap verir;

“Evladım! Dahilek Bilal Babam dedin tam yetiÅŸeceÄŸiz bizi bıraktın Geylani Hz.lerinden istedin, mübarek tam yetiÅŸecek UkkaÅŸe Hz.leri çağırdın sen durmadın ki himmet yetiÅŸsin”

Hâsılı kelam derviÅŸin kendi üstadından himmet isteyip sukut etmesi edebe en uygun olanıdır.

Unutmamalıdır ki himmet kapıları daima açıktır. Önemli olan nasıl, kimden istememiz gerektiÄŸini bilmektir.

Ne güzel söylemiÅŸ derviÅŸ Yunus;

Aşk bezirganı, sermaye canı

Bahadır gördüm, cana kıyanı

 
Zehi bahadır can terkin urur

Kılıç mı keser himmet giyeni 



[1] Cürcani

[2] Müddessir suresi 31

[3] Maide suresi 35.

[4] Buhari, Müslim

[5] Mektubat, 168. Mektup

[6] Buhari, Ä°bnu Mace

[7] Mefatihu’l-Gayb

[8] (A’raf suresi 188)

[9] Tevessül

[10] Ä°bn-i Hacer El-Askalani, Muhtasar-u Zevaidi’l-Bezzar, No:2128, 2/420

[11] (Ebu Ya’la, El-Müsned, No:5269, 9/177, Ä°bni Hacer, el-Metaibu’l Aliye, No:3375, Taberani, El-Mu’cemu’l Kebir, No: 10518, 10/217, Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, No: 1311, 1/330”

[12] Müzekkin Nüfus. S.69




Okunma Sayýsý : 8992

Soru Tarihi: 9/30/2016

Yorumlar
ilhan çömlek

ALLAH c.c. sizden razi olsun.YaÅŸantımızda da tatbik edip hayırlı ameller iÅŸleyebilmeyi nasib-i müesser eylesin.

Bir Yorum Yazýn
Adý Soyadý *
E-Posta *
Yorum *