Sayfa Yükleniyor

Abdullah Baba Hz.lerinin 12. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Muhterem kardeşlerim;

Bugün, Allah dostu, peygamber varisi, yolumuzu aydınlatan, muhterem üstadımız Hâdim-ül Fukara Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretlerinin âhirete irtihalinin on ikinci yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim Üstadımızın himmetinden, feyzinden, bereketinden, nurundan nasiplenen kullarından eylesin.

Varlığın vücudu sebebi, insanın bu âleme gelmesi, insanın vücudu sebebi de Allah’ı bilmesi ve Onun rızasını kazanmasıdır. İnsanın Allah’ı bilmesi, nerden gelip nereye gittiğini; niçin, neden ve nasıl yaratıldığını, kısaca nefsini bilmesi ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) “Men arafe nefse hû fegat arafe Rabbeh: Kim nefsini bilirse Rabbini bilir.” buyurmuşlardır. Onun için insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri bizim varlığımızı bize şöyle beyan buyuruyor.

“Andolsun ki Biz insanı topraktan süzülmüş bir damla nutfeden yarattık. Sonra o bir damlacık suyu sağlam bir karargâhta ana rahmine yerleştirdik. Sonra Biz o nutfeyi bir alakaya bir yapışkan et haline çevirdik. Sonra onu bir çiğnem et haline çevirdik. Sonra o hücreler topluluğunun içerisine kemikler yerleştirdik. Sonra o kemiklerin üzerine de kaslar yerleştirdik. Öyle ki insanı bambaşka bir varlık olarak ortaya çıkartan Allah yaratanların en güzelidir. Onun şanı ne yücedir.” (Müminun/13-14)

İşte bu, insan denilen varlığın biyolojik yani dış kalıbıdır. Rabbimiz bize bunu haber veriyor ve sonra buyuruyor ki:

“Onun şeklini tamamladığımda ona ruh nefyettim” (Secde/9)

Rabbimiz Zülcelal Hazretleri bakın insanoğlunun yaratılışını merhale merhale bize beyan buyuruyor. İnsanın bu hakikatini bilmeden Allah’ı ve Rasulünü bilmesi mümkün değildir.

Öyle olunca ruhun nasıl nefyedildiği hususunda da Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerine müracaat ediyoruz. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam buyuruyorlar ki,

“Anne rahmine atılan bir damla nutfe kırk gün gibi bir zaman içerisinde evrilir alakaya çevrilir. Sonra kırk gün içerisinde o alakadan döner mudga haline gelir. Sonra da o artık insanî surete bürünmeye başlar. Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri görevli bir melek vasıtasıyla ilahi bir emirle o ruhu alır anne karnındaki cenine “Ve nefahtu fîhi mir-rûh: Ruh nefyettik.” ayeti kerimesinin fehvasınca o ruhu o anne karnındaki cenine lütfeder.

Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri sonra onunla birlikte insanın ömrünü, ecelini, rızkını, sait mi-şaki mi olduğunu da ilahi bir program olarak (kader programı olarak) o insanın üzerine yükler.”

O olgunluk devresini bitirdikten sonra sevki ilahi gelir ve anne rahminden yeryüzüne düşer.”

Yeryüzüne düştüğü vakit ilk esma “Hay” esmasıdır. Ölürken de “Hu” esması ile çıkışını yapar. İnsan sadece dünya hayatını devam ettirmeye gelen bir varlık değildir. Gelmesi ve gitmesi mukadder olan bir varlıktır ki:

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ

 “İnsan başıboş bir halde bırakılacağını mı zannetti?” (Kıyamet/36) diyor Rabbimiz. Öyleyse insan sınırlı ve sorumlu bir varlıktır.

Peki, insanın bu âlemdeki varlığının amaç ve gayesi nedir?

Rabbimiz Zülcelâl Hazretleri:

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ ۙ

“Hanginizin hayırlı işler yapacağını sınama adına ölümü ve hayatı yarattık.” (Mülk/2) diyor.

Rabbim “Dar-ül Fiten, Dar-ül İmtihan” denilen bu âlemden kolay çıkışlar nasip ve müyesser eylesin.

İlk peygamber Hazreti Adem Safiyullah ki Allah-u Zülcelâl Hazretleri varlığını ve birliğini, emir ve nehiyler mecmuasının cümlesini Adem Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri ile birlikte bildirmeye başlamıştır. Yüz yirmi dört bin enbiyanın vazifesi de bu olmuştur. Peygamberlerin aralarında da o peygamberlere varis olan zâtlar göndermiştir, mürşidi kâmiller göndermiştir.

Rabbimiz bize şöyle haber veriyor:

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ           

“Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.” (A’raf/159)

İşte insanlığın medarı iftiharı peygamberlerin hatemi ve seyyidi olan Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam, bu peygamberlerin sonuncusu olarak ahir zaman ümmetine yani bizlere Allah-u Zülcelal Hazretlerinin lütfu olarak gönderilmiştir. Bizi, Efendimizin bu varlığıyla ve Ona ümmet olma şerefiyle şereflendiren Rabbimize hamdü senalar ediyoruz.

Rabbimiz buyuruyorlar ki:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ

“İçinizden size ayetlerimi okuyan, sizleri tertemiz kılan, kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah mü’minlere büyük bir ihsanda bulunmuştur.” (Âl-i İmrân/164)

Onun için Rabbimize hamdü senalar ediyoruz. Yolundan izinden ayırma Allah’ım diye dua ediyoruz.

Ama maalesef gerek Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın şahsında, gerekse Onun varisleri ve Allah dostları hususunda bir proje başlattılar ki peygambersiz bir İslam anlayışı, hadislerin olmadığı… Öyle diyorlar ya “gönderilene değil indirilene bakınız!” Yani gönderilen Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselam indirilen de Kur’an-ı Azimüşşan… “Siz Kur’an’a bakın. Çünkü o da bir beşerdir.”  Üstadımız Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri bu sözün karşılığında; “Zerreden kürreye kadar âlemin her zerresine nurunu, o âlemin varlık sebebi olarak ortaya koyan, ortaya konulan bir peygamberi siz nasıl sıradan bir beşerle aynı kefeye koyarsınız” diye hayıflanırdı. “Evet, O da bir beşerdir ancak, Hayr-ul Beşer.” derdi Cennet Mekân. Onun için biz Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselamın izinde, yolunda, ayağının tozunda şeref bulan bir ümmetiz elhamdülillah.

Hani diyorlar ya Onun sözleri de bir beşer olduğu için haşa pek itibar edilecek sözler değildir. Bu hadislere falan da itibar etmeyin diyorlar ya; Rabbimiz ayeti kerime de şöyle buyuruyor:

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

“Muhammedim (sallallahu aleyhi ve sellem) hevâ ve hevesi ile konuşmaz. (Bakın, orada okumaz falan demiyor, konuşmaz) O ne konuşuyorsa Bizim bildirdiklerimizdendir.” (Necm/3-4)

Nasıl olur! Bir vahyi ilahinin olduğu gibi geldiği hal vardır ki Efendimiz asla müdahale etmez, buna “Vahyi Metlü” denir. Bir de Allah’ın özel olarak Efendimize bildirmiş olduğu hususiyetler vardır ki bunlarda “Gayri Metlü” olarak değerlendirilir. Bunlar teknik mevzulardır. Ama Hazreti Peygamber Aleyhissalatü Vesselam, hevâ ve hevesi ile konuşmaz. Evet, onların dediği gibi indirilene bakıyoruz yani Kur’an’a bakıyoruz.

Rabbimiz diyor ki;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ

“Ey iman edenler! Bana tabi olun, Muhammed’ime (sallallahu aleyhi ve sellem) de tabi olun.” (Nisa/59)

Nasıl tâbi olacağız Efendimiz Aleyhissalatü Vesselama? Yine Kur’an cevabını veriyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

“Andolsun ki o Muhammed’imde sizin için çok güzel örnekler vardır.” (Ahzâb/21)

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ

“O Muhammed’im size neyi veriyorsa alın, neden sakındırıyorsa da kaçın” (Haşr/7) diyor.

Bunun gibi nice ayetler nice ayetler onların bu sözlerini boşa çıkartıyor. Ama biz o ayete böyle mana vermiyoruz, diyorlar.

Efendimizde, sahabeyi kiramda ve bu yolun büyükleri de bize böyle buraya kadar ulaştırıyorlar. Oraya çeksen de buraya çeksen de mana değişmiyor. O zaman diyoruz ki yine Kur’an’ın ifadesiyle:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ

“Hevâ ve hevesini ilah edineni görmedin mi?” (Furkan/43)

Yaa! Rabbim yolundan ayırma…

Kur’an, hakikatin harfe ve söze bürünmüş halidir; Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam da ete kemiğe bürünmüş halidir. Onun içindir ki Ayşe Annemiz radıyallahu anha buyuruyorlar ki, “Hazreti Peygamberin hali, durumu, ahlakı, edebi, adabı Kur’an’ın kendisiydi. Eğer siz Kur’an’a bakmak istiyorsanız Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselama bakın”

Cennet Mekân Abdullah Babam öyle derdi: “Biz Allah’ın Rasülünün sahih hadislerini de, sahih değildir diye şüpheyle bakılan hadislerini de kabul ederiz. Çünkü ona edepsiz bir hale düşmekten Allah’a sığınırız.”

Evet…

Yani ben Allah’ı bulayım, Allah’ı seveyim, Allah da beni sevsin, hakikate ereyim diyorsa bir insan; illaki Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselama uğrayacak. Hani Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, “Âyinedir bu âlem her şeyi Hak ile kaim, Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.” buyuruyorlar ya; kâinatta zerreden küreye ne varsa hepsi Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ile varlığını devam ettirir. Ama Allah’ı bulmak ve bilmek isteyen Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın aynasına yani O bir mü’min, mü’min mü’minin aynası, onun haliyle hâllenmeden Allah’ı bilmeniz bulmanız mümkün değildir, diyor. Sözü uzatmak istemiyorum. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “O Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselamın fazâil ve kemâlâtını şerh etmeye çalışsam, nice kıyametler koparda o güzelin güzelliğini vasf etmeye zaman yetmez.”

Gelelim Allah’ın dostlarını sevme hususuna, Hazreti Musa Kelimullah’a Rabbimiz soruyor;

“Ya Musa! Benim için ne yaptın?”

Musa Aleyhisselam:

“Ya Rabbi oruç tuttum, zekât verdim, namaz kıldım vs. vs.”

Rabbimiz:

“Ya Musa, senin kul olman için bunlar elzem olan şeylerdir. Benim için ne yaptın, ya Musa!”

Musa Aleyhisselam sükût ediyor. Ve Rabbimiz diyor ki,

“Ya Musa! Benim dostlarımı dost düşmanımı da düşman bildin mi ya Musa?”

 Onun için biz Allah için “Hubbi Fillah, Bûğd-i Fillah” diyoruz; Allah için severiz Allah için de Allah’ın düşmanlarına buğz ederiz. Bu bizim İslam’ımızın şiarındandır, alametlerindendir. Onun için biz Allah’ın dostlarını severiz. Eğer kastettiğiniz Hazreti Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar ve Hazreti Aliler, sahabeyi kiram hazeratı, mezhep imamları, Davudi Tâîler, Maruf el-Kerhiler, Geylaniler, Rufailer ve Bedeviler eğer bunlarsa biz bunların hepsini aşk ve muhabbetle seviyoruz. Çünkü onları sevmek izzettir.

وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ

“İzzet Allah’a aittir, peygamberine aittir, onun dostlarına onları tanıyanlara aittir.” (Münafîkun/8) diyor.

İzzetin zıttı, zillettir. Öyle olunca Allah’ım bizi zelillerden eyleme…

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ

“Kim Allah’a ve Rasulüne tabi olursa, Allah’ın kendilerine in’am ve ihsanda bulunmuş olduğu peygamberlerle, şehitlerle, sıddıklarla, salihlerle birlikte olur. Onlar ne güzel arkadaşlardır.” (Nisa/69) diyor Rabbimiz.

Rabbim bizi yollarından ayırma…

İmam-ı Rabbani Hazretleri, kendisi bir mürşidi kâmildir. Şöyle bir hadise anlatıyor, diyor ki; “Manevi evlatlarımızdan birinin yakın bir akrabası vardı, hastaydı. Onun ziyaretine gittik. Sekerat halindeydi. (Mürşidi kâmiller son nefeste, kabirde, haşırda, mizanda ve sıratta beş yerde şefaat etmeye yetkilidir. Biraz sonra değineceğim. Allah-u Teâlâ Zülcelal Hazretlerinin emri ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerinin nuruyla buna yetkili kılınırlar.) İmam’ı Rabbani Hazretleri diyor ki, “O sekerat olan hastanın kalbine bir nazar ettim; baktım ki kalbindeki zulmaniyet göndermiş olduğum o nur ile gitmedi. Bir daha teveccüh ettim, nazar ettim yine gitmedi ve bana gayıptan şöyle ilham oldu: “Ey imam! Sen istediğin kadar nazar edebilirsin ancak o zulmaniyet çıkmaz. Zira Allah’ın safında olmayanların sevgi ve muhabbetini gönlüne dolduran bir kimsenin zulmaniyeti ancak Allah’ın Cehennem ateşi ile bertaraf edeceği bir husustur.”

Allah’ım hıfzı muhafaza eylesin.

Ya Rabbi sevdiklerini sevdir, yerdiklerini de bize yerdir ya Rabbi…

            يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً

Rabbimiz “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab/45) buyuruyor.

İşte Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın sehmi nübüvvetine, sehmi velayetine varis olan Allah’ın dostları vardır. Bunlara “Mürşidi Kâmil” denir. Şeriatla amel ederler, tarikatla sülûk ederler ve Allah-u Zülcelal Hazretlerinin sıfatlarında fani olurlar. Çünkü Rabbimiz onlar için;

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ

“Sabredip Bizim ayetlerimize yakîn olarak iman ettiklerinde, emrimizle onların içinden Allah’a davet eden önderler kıldık” (Secde/24) diyor.

Ayeti kerimede “yakîn” ifadesi var. İman üç şekilde olur. Bir, “ilmel yakîn” olarak ilimle, bilgiyle, nakille inanır Allah’ın varlığına birliğine, peygamberlerine, kitaplarına; bu “ilmel yakîn”dir. İkincisi, “aynel yakîn”dir. Aynel yakîn demek; tekâmül eder nefis meratiplerini,  mutmain makamına geldiğinde gerek rüyasında gerek halinde ve yakaza halinde o insan inandığı peygamberi rüyasında görür veyahut da manasında görür. Cenneti görür, cehennemi görür buna “yakîn iman” denir. “Aynel yakîn” denir. Birde “hakk-el yakîn” vardır ki Allah’ın sıfatlarında fani olur. Rabbimizin kutsi hadisinde beyan buyurduğu şekliyle “Gören gözü, tutan eli, konuşan lisanı” olur. İşte böyle olan zatlar için Rabbimiz, “Bizim emrimizle Allah’a çağıran Onun yoluna davet eden önderler olarak çıkarttık.” diyor.

Allah’ın emriyle bir mürşidi kâmile görev nasıl tevdi ediliyor? Tabi biz bunu Üstadım Abdullah Efendi Hazretlerinden defaten dinlemiştik. Ama itiraz olur diye ben eserlere de baksınlar diye “Müftahül Kulub” eserini işaret edeceğim. Eserin sahibi Sırrı Şemseddin Nuri Hazretleri vardır. Kendisi İstanbul’da Yahya Efendi’nin hemen yanında metfundur. Nakşibendi tarikatının mürşidi kâmilidir. O, eserin mukaddimesinde şöyle diyor:

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri bana buyurdular ki ‘Evladım, Benim ümmetimin yolunu kesmeye çalışan haramiler vardır. Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet nedir? Evliya nedir? Nasıl vuslat bulunur? Bunlar hakkında bir risale yaz’ dedi. Onun için ben bu eseri yazdım.” diyor. Bu eserin, “Sırrı Hilafet” babına merak edenler bakabilirler. Diyor ki orada, “Allah-u Zülcelal Hazretleri fenafillaha ulaşmış olan bir zatı peygamber varisi seçeceği zaman, Hızır Aleyhisselama emreder; Muhammedime haber ver, falan oğlu falanı Onun varisi tayin ettim. O, Hazreti Peygamberin yanına varır. Efendimize durumu bildirir. Efendimizde (anlayacağımız manada söylüyorum) bir cübbe verir, mürşidi kâmil olacak zata gidilir. Bir manevi divan toplanır. Efendimiz başta olmak üzere bütün enbiyaların, mezhep imamlarımızın, itikatta ve amelde mezhep imamlarımızın aynı zamanda piri piran hazeratının tamamı toplanırlar. O zatı muhtereme manevi görev tevdi ederler. Der ki; evladım, sen Benim bundan sonra varisimsin. Var git Benim ümmetimi irşad ve ikaz et. Onun velayet nurunu da beraberinde verir.” diyor.

Nasıl ki peygamberler ismet sıfatıyla masumdur. Aynı şekilde mürşidi kâmiller de bu velayet nuruyla muhafaza altına alınırlar. Nasıl peygamberlerin suretine şeytan giremez ve kabirde çürümezler; böylesi zatların da şekline ve suretine velayet nuruyla şeytan giremez. Kabirde onlar çürümez. Aynı zamanda Abdullah Babam gibi bir de evladı resulse, bir de veraset nuru verilir. Manevi icazetini mühürlerler ve ona kıyamet sabahına kadar müntesip olacakların cümlesi Hazreti Peygamberin huzurunda gelir. Hala Cennet Mekân derdi ki, “Oğlum anne karnındaki ceninden daha annesi, babası, dedesi, doğmamış insanları ben gördüm orda. Yani Allah bilir 2050 de mi dünya ya gelecek, bunları dahi gördüm.” derdi Cennet Mekân. Orada huzuru Rasulullah da biat ederler ve manevi evlat olurlar. Mürşidi kâmiller böylesi zâtlardır. İşte benim üstadım Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri de böylesi bir zâttır. Rabbim şefaatine nail kılsın.

Nakşibendi Hazretleri buyuruyorlar ki, “Allah bir kulunu kendine seçtiği zaman bir mürşidi kâmile evlat kılar. Onu manevi olarak yetiştirir. O kadar, o kadar olur ki, o kadar ileri gider ki azametine uygun bir edep ile edeplendirir. Eğer senin de yolun böyle bir mürşidi kâmile ulaştıysa müjdeler olsun. Sen Allah’ın dostusun.” Rabbim bizleri dost etsin inşallah.

Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “Taş olsan, mermer kesilsen bir mürşidi kâmilin manevi terbiyesine girdin mi inci olursun. Öyle bir zatı bulursan onun sevgi ve muhabbetini gönlüne şerha şerha indir. Sakın ümitsizliğe kapılma! Çok ümitler var. Sakın karanlığa gitme! Ne güneşler var.” diyor.

Nasıl ki zahir âlimler insanların aklına ve mantığına hitap ederse mürşidi kâmiller de insanların gönüllerine hitap ederler. Kalp doktorlarıdır. Tıpkı Mevlana Hazretlerini yetiştiren Şems Hazretleri gibi…

Mevlana Hazretleri bütün ilimlerin hepsini tahsil etmesine rağmen Şems-i Tebrizi Hazretlerinin manevi terbiyesi altına girdikten sonra: “Ey! Allah’ı arayan bulmak isteyen kişi! Yırtık kitaplarda, tozlu raflarda Allah’ı bulamazsın. Allah ancak, Allah’ı bulmuş bir erin gönlünde olur.” diyor. Tabi sonra kendisi kemale erince de âleme meydan okuyor. Diyor ki,

“Bu gün Ahmet benim, dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim buğday yiyen kuşcağız değil.” Yani “Bu gün Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru benim, ama Hazreti Muhammed Mustafa'nın (sallallahu aleyhi ve sellem) aslı değilim. Onun ancak varisiyim. Sakın beni ete kemiğe bürünmüş bir beşer olarak görme, zira ben Allah’ın nuruyla bakan, Onun konuşmasıyla konuşan, Onun tutmasıyla tutan bir Allah eriyim.” diyor. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ

Ayet-i kerimede Rabbimiz, “Onların kalplerinde hastalık vardır.” (Bakara/10) buyuruyor. Hepimizde vardır: Kin, kibir, gazap, öfke, riya, ucup vs… Bunların hepsi kalbî hastalıklardır. Bu hastalıkları mürşid-i kâmil; velayet nuruyla, himmet ve nazar ile bertaraf eder. Hani diyor ya İmam Rabbani Hazretleri, “Onların az bir himmeti, onların az bir nazarı kalplerinizdeki bütün hastalıkları söker atar.” Çünkü insan Allah ile yedi perdeyle perdelenmiştir. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Safiye. Her birinin ayrı ayrı özellikleri vardır. İmtihan gereği Allah-ü Teâlâ bu şekilde vermiştir. Çünkü bizde bir ruh vardır Cemali sıfat, birde nefis vardır Celali sıfat. Biri Allah’a ve Resulüne âşıktır; öteki de esfele sâfilindir. Aşağıların aşağısıdır. Sürekli, hani Rabbimiz ayet-i kerimede buyuruyor ya, اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓ “Nefis şiddetli bir şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) İşte Mevlana Hazretleri şöyle ifade ediyor: “Nefis seni aşağıya çekmeye çalışır, Ruh da, Allah’a ve Rasülüne muhabbet etmeye çağırır. Nefis araya bir girer, Allah’ı seviyorum diye! Kadına, paraya, makama mevkiye öyle bir sevgi ve muhabbet hâsıl olur ki Allah’ı unutuverirsiniz. Ta ki yarın öldükten sonra kıyamette bir bakarsınız ki sevdikleriniz sizden, siz sevdiklerinizden kaçıyorsunuz.” İşte mürşidi kâmiller “Mûtû Gable Ente Mût” diyor Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Ölmeden önce ölünüz.” Ölmeden önce kişiyi öldürüyorlar. Bu hastalıkların hepsini tedavi ediyorlar. Neden,

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

 “O günde mallarınız ve evlatlarınız fayda vermez. Ancak Rabbinize getirdiğiniz selim bir kalp müstesnadır.” (Şuarâ/88-89)

Sadece nefisle bitmiyor. Birde insanın apaçık düşmanı olan şeytan vardır. Kalbimize dört pencere girer. Ruh’a ait olan sekine kapısı vardır. Meleğe ait olan ilham kapısı vardır. Nefsimize ait olan hevacis kapısı vardır. Şeytana ait olan visvas kapısı vardır. Hani vesvâsil hannas diyor ya. O hannas şeytanı nasıl giriyor. Bunların hepsi hepimizde olan şeylerdir. Herkes bunları inşallah duysun da kendi nefsine muhasebe etsin. Efendimiz buyuruyorlar ki, “Şeytan insana musallat olmak istediği zaman kalbe yaklaşır. Eğer Allah’ın zikri varsa oradan uzaklaşır. Yoksa insanın içerisine yerleşir ve o şeytan artık insana rehberlik etmeye, yol göstermeye başlar.” diyor. Bugün toplumun en büyük sıkıntılarından bir tanesi de budur. Şeytan vesvese vermeye başlıyor. Zaman içerisinde öyle bir noktaya geliyor ki arkadaşlarını çağırıyor. Vehin şeytanı da geliyor. Ondan sonra adam giriyor. Çok af buyurun. Tuvalette banyo da bir saat oturuyor. Ev temizliği yaparım diyor; hiç durmadan orada temizlik yapmaya başlıyor. Abdest alıyor, sağ ayağını unuttun sol ayağını unuttun. Bu türlü vesveseler vermeye başlıyor. Namaza duruyor vehin şeytanından kurtuluyor, hades şeytanına varıyor. Allah-u ekber kıbleye duruyor, ceset kıble de. Evet,  şeytan bunu bir alıyor, başlıyor gezdirmeye. Çarşıda, pazarda alışveriş yapıyor. Acaba iki mi kıldım üç mü kıldım, yoksa dört mü kıldım. Bu sefer diyor şunu eksik kıldım. Amma bunu böyle mi yapsak ki diye de fıkhi mevzularda danışmaya başlıyor. Peki, bunların tedavisi ne? İşte mürşidi kâmiller bunların tedavisini de Allah’ın (cc) zikriyle;

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ

“Onlar iman etmiş ve kalpleri Allah’ın zikriyle yatışan kimselerdir.” (Ra’d/28)

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“Biliniz ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan olur.” (Ra’d/28)

Onun için Üstadımızın verdiği bu “Evradı Şerife”leri nizami olarak çekersek onun nuru ve feyziyle, vermiş olduğunuz bu gayretin karşılığında, himmet ve feyizle Allah’ın izniyle ne nefis galebe çalabilir ne de şeytanı aleyhilane musallat olabilir.

Üstadımıza daima muhabbet etmeliyiz zira kimi severseniz ona benzeşirsiniz. Zaten ayeti kerime öyle diyor,  تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ “Onların kalpleri birleşti” (Bakara/118) diyor. Yumuşadı birbirine yakın oldu. Küfür de böyledir, imanda böyledir. Mevlana Hazretleri:

“Sakın ha o üstadın olan mürşidi kâmilin muhabbetinden ayrılma! Zira o, Ashabı Kehf, yani mağara arkadaşları, Allah’ı arayan o erlerin gönüllerinde Allah aşkı vardı ki (yanlarında olan “çok af buyurun” köpek) Kıtmir, onların yanından ayrılmadı da o da Allah’ı sevenlerden, arayanlardan oldu. Kur’an’a adını yazdırdı” diyor. Rabbim yollarında daim kılsın.

Üstadımız Abdullah Babamızın alametlerinden birisi de (mürşid-i kâmilin Marifetullah da alametleri vardır.) dervişini manen irşad eder ikaz eder. Derdi ki Cennet Mekân:

“Derviş olan bir insanın üstadı muhakkak ki yanlışını söylemeli veyahut da güzel bir şey yaparsa onu tasdik etmeli. Bu hali derviş yaşamalı.”

Kardeşimizin bir tanesi diyor ki, borçlu bir durumdaydım. Yılbaşı piyangosu aldım. Gece yattım. Cennet Mekân Abdullah Babam geldi, “Kâdiri mutlak olan Allah’tan sen ümidini kestin de bu pis işlerden mi medet umuyorsun” dedi öyle bir tokat vurdu ki Hocam, uyandığım zaman yüzümde tokat izi vardı, diyor. Manada yaşanan maddeye taşınabilir. Güzel amel işleyen bir kadın sabah kalktığında eli kınalı olabilir vs. bu tür durumlar olabilir. Hâsılı kelam bende olmuyor bunlar diyenler o zaman kendi hallerini bir gözden geçirecekler. Kime bağlandıklarına dikkat edecekler. Derslerini nasıl çektiklerine dikkat edecekler ki o manevi himmet ve feyzden istifade etsinler. Çünkü Abdullah Babamın şuan da kaldırım mezarlığında var olan cesedi ama hakikatte içimizde olan, çünkü mürşidi kâmillerin ruhları “Hay”dır. Allah-ü Teâlâ onları serbest bırakmıştır. Âlemde istediği gibi tasarruf etme yetkisini Rabbim onlara lütfetmiştir. Çünkü onlar peygamber varisi zatlardır. Geçenlerde bir ilahiyatçı kardeşimiz anlatıyor. Diyor ki, “Hocam! Abdullah Babam Cennet Mekânı hanemizde misafir ettik. Üvey annem vardı, hastaydı. Sabah annem ağırlaştı. Ama yüzünü sürekli eliyle kapatıyordu ve başını sağa sola sallıyordu. Abdullah Babama (cennet mekâna) durumu bildirmek istedim. Mübarek odasından çıktı, annemin yanına geldi, “Oğlum annenin bağrını da şu başını da bir güzelce kapat” dedi. Kapattım. Cennet Mekân annemin başucunda durdu. Annem sakinleşmeye başladı. Sonra annem, “Allah, Allah, Allah…” diyerek ruhunu teslim etti, diyor. Annemi defnettik. Ertesi gün, “Efendim annemin o hali neydi? Izdıraplı bir hali vardı. Bir eksiği mi vardı?” diye sordum. Abdullah Babam dedi ki “Evladım annenin bağrı açıktı, saçları da açık bir haldeydi. Ruhunu kabzetmeye geldiklerinde melekler annenin bu durumundan rahatsız oldular ve annenin yüzüne vuruyorlardı.” diyor. Hadise böyle.

Bakın Rabbimiz ne diyor:

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

“Onların ruhunu, onların canlarını melekler alırlarken onların yüzlerine ve arkalarına vuraraktan hadi bakalım Allah’ın azabını tatmaya derken onların hallerini bir görseydin” (Enfal 50)  Ayeti kerimede Rabbimiz وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Kitabı ve hikmeti” (Bakara/129) kitapta ayeti kerime bu şekilde beyan buyuruyor. O beyan buyurulanın hikmet boyutunu da o peygamber varisi olan Abdullah Babam bize böyle gösteriyor. Rabbim yolundan ayırmasın inşallah.

Söz ölümden açılınca, Cennet Mekânla bir gün sohbet ediyorduk, “Efendim dervişin ölümü nasıl olur?” diye sorduk. Dedi ki “Oğlum, derviş öleceği zaman Azrail aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın suretinde gelir. Güzel bir surette, insanı mest eden bir halde gelir. Bazen Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam teşrif eder, makam ve derecesine göre. Ancak, bağışlama yaptığınız o piri piran hazeratının cümlesi şeyhiyle birlikte o ölecek olan kişinin başına gelir.” (Efendimin şu anlattığı mevzunun hepsine vefat etmiş olan bir kardeşimizin başında şahit olduk elhamdülillah.) “Sonra onun ruhu kabz olunur. Sonra defin işleri yapılır. Münker, Nekir melekleri onun ruhunu göremezler. Bir telaş ile bir üst makama müracaat ederler. O kişinin ruhunu bulamadık, sorguya çekemedik derler. Onlar karşıdan cevap verirler. ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ “Muktedir olan melikin indinde sıddıkiyet makamındadır.” (Kamer suresi 55) Ayeti kerimesinin fehvasınca, Allah onu âli makamlara çekti.”

Sorduk “Efendim, dervişin ruhu nereye gitti?”

O halde derdi ki Cennet Mekân “Oğlum, piri pirandan veyahut da üstadına olan muhabbetinden dolayı onlardan bir tanesi onun ruhunu alır ve kendi makamına götürür.”

Allah’ım ruhlarımızı onların ruhları ile komşu eyle…

Şimdi bu sözü söyledik. Zaten hadislere, Efendimize dahi inanmıyorlar bu mevzuyu şerh etme babında bir tane de tarihten örnek vereyim de en azından kendimizi kurtaralım.

Süfyan-ı Servi Hazretleri şöyle anlatıyor:

Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ediyordum. Baktım bir derviş orada yatıyordu. Bana dedi ki

“Ey Süfyan! Ruhumu teslim edeceğim ama benim kefenim yok. Bana bir kefen al, dedi. Hay hay, dedim. Kefeni aldım getirdim. Baktım ruhunu teslim etmiş. Onu, yıkadık kaldırıyoruz. Ruhuyla bir türlü irtibat kuramadım. Döndüm dolaştım ve bana bir münadi şöyle dedi, “Ey Süfyan! Onu Münker Nekir arıyordu. Malik de Cehennemde aradı bulamadı. Rıdvan Cennet’te aradı bulamadı. Şeytan nereye gitti diye dünyanın dört bir tarafını aradı bulamadı. O Allah’ın tayin ettiği âli makamdadır.”

İbnül Arabi Hazretleri öyle diyor,

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam ve Onun varisi ve emsallerinin hepsinin Arşı Âzam’da kürsülerine şahit oldum.”

Rabbim yolundan izinden bizleri ayırmasın. Bu şekilde bir ölümü de cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah.

Günümüz ahir zamanın fitne ve fücurunun ayyuka çıktığı bir zamandır. Üstadımızın bugünlere işaret eden bir iki tavsiyesi var. Bunları da söyleyip anlatıp sözüme son vereceğim.

Cennet Mekân buyurdular ki:

“Evladım! İçerden ve dışardan ihanet şebekesi bu ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyecekler. Böyle bir zamana geldiğinizde sakallarınızı uzatmayın, dışarıda haydariye ve sarıklarınızı sarmayın. Bir ekmek bulamayacağınız güne doğru gidiyorsunuz. Sakın! Dervişlere söyle, yukardan yüksek binalardan ev almasınlar, karga yuvası olacak. Elektrik olmayacak, su olmayacak, arabalarınıza yakıt dahi olmayacak. Onun için temkinli hareket edin. Beş vakit namazınızı kılın ve evradı şerifelerinizi aksatmayın. Ancak bu şekilde Mehdi Resule kadar olan süreci geçirmiş olursunuz.  

Öyle ki kâfirler ittifak edecekler Kürt devletini kuracaklar. Türkiye, İsrail ile ittifak edecek Suriye’ye saldıracak. Türk ordusu namluyu İsrail’e çevirecek. Bunun üzerine İsrail Yunanistan’ı devreye sokacak. Marmara Bölgesinde sanayi tesisleri vurulacak. İstanbul işgal edilecek. Sonra Mehdi Aleyhisselam İstanbul’u fethedecek…”

Cennet Mekân bir de,

“Ümmeti Muhammedi duadan eksik bırakmayın. Yüz İhlas-ı Şerife’yi okuyun ve deyin ki, ‘Ya Rabbi! Bu yüz İhlas-ı Şerifelerden yaratmış olduğun melekleri İslam ordusuna ilhak eyle Allah’ım!’ diye dua edin.” derdi. Onun için yüzer İhlas okuyoruz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve dünyanın dört bir yanında bulunan Müslümanlara, Bayırbucak Türkmenleri dâhil…

“Ya Rabbi ordumuza ve askerimize yaratmış olduğun ihlas meleklerini ilhak eyle Allah’ım” diye inşallah dua ve niyazda bulunacağız.

Bunu şöyle anlatırdı Cennet Mekân:

“Konya’dan, Antalya-Manavgat tarafına doğru giderken Seydişehir’de 1900’lerin başında vefat etmiş olan Abdullah Efendi Hazretleri isminde bir mürşidi kâmil, bir maneviyat sultanı var. O mübarek zâtla ilgili şöyle bir hadiseyi şöyle anlatmıştı Cennet Mekân:

“O muhterem Nakşibendi tarikatının Hâlidiye kolundandır. Sabah namazından sonra Allah’ı zikrederlermiş, sonra dervişlerine dermiş ki ‘Yüzer İhlas-ı Şerife okuyunuz.’ Herkes yüzer tane ihlas-ı Şerife’yi okuyunca dermiş ki ‘Ya Rabbi! Bu yüz tane okumuş olduğumuz ihlas-ı Şerifelerden hâsıl olan, yaratmış olduğun melekleri ve hâsıl olan sevabı, Rusya da çarpışmakta olan Şeyh Şamil Hazretlerinin ordusuna ilhak eyle Allah’ım” diye dua edermiş. Bu mübarek zat hac farizası için Medineyi Münevvere’ye gidiyor. Medineyi Münevvere de Şeyh Şamil Hazretleriyle karşılaşıyorlar. Şeyh Şamil Hazretleri diyor ki “Ne zaman ki çarın ordusu bize galip gelecek olsa, bizi sıkıştıracak olsa yeşil sarıklar sarmış melaikeyi kiram hazeratı gelir, Moskof gâvurunu bertaraf ederdi. Aman Ya Rabbi, bunu kim gönderiyor diye bakardım, Konya’dan Abdullah Efendi ve dervişlerini görürdüm. Allah ondan razı olsun.” diyor.

Onun için ecdadımız Yavuz Sultan Selim Han ki, Cennet Mekân Üstadım öyle buyururlardı: “Osmanlı İmparatorluğunun içerisinde iki mürşidi kâmil vardı. Biri Abdülhamit Han Hazretleri, Şazeliye tarikatı; birde Yavuz Hazretleri…” Bu günü gördükleri için keşif ve kerameten oraya Bayırbucak Türkmenlerini yerleştirmişlerdir. O kardeşlerimizin de yardımı için bu yüz İhlas-ı Şerifeleri inşallah okuyacağız. Askerimize de polisimize de inşallah yardım olması için bağışlama yapacağız.

Rabbim ahir zamanın fitne ve fücurundan cümlemizi hıfzı muhafaza eylesin. Üstadımızın himmetinden, feyzinden bereketinden istifa eden kimselerden eylesin;

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

“Dualarının sonu ise, "Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (Yunus/10) sözleridir.

El-Fatiha mâ salavât...