SORU ARA

SORULAN SORU

Mürşid rabıtası var mıdır? Nasıl olmalıdır? Belli bir zamanı var mıdır?

CEVAP

Rabıta; Lügatte bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münasebet, ilgi manalarına gelir. Rabıta Tasavvuf’ta çok mühim bir önem arz etmektedir. Rabıta kulu Allah’a ulaştıran başlı başına bir yoldur. Rabıtayı üç sınıfa ayırmışlardır.

      1-Rabıta-i Mevt (Ölüm rabıtası)

      2-Rabıta-i huzur

      3-Rabıta-i Mürşid’dir.

      Rabıta-i Mevt:

      Ölümü çok hatırlamak insana nice faydalar verir. Çünkü nefis ölümün kendisine çok uzak olduğunu zanneder ve gaflete dalar. Nitekim Hak Teâlâ’da “De ki sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de o size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”(Cum’a/8)

      Resulallah (s.a.v) de “Lezzetleri alt üst eyleyen (ölümü) çokça anınız buyuruyor.”(İbn-iMace)

      Ölümü düşünmenin gerekliliği ayet ve hadis-i şeriflerde sıkça belirtilmiş insanın kendini bu hakikate hazırlaması gerektiği vurgulanmıştır. İşte burada “rabıta-i mevt” hali gerekli. Zira kişi kendisinin dünya ile ilişiğini, hayır ve şer ne işlemişse onlarla baş başa kaldığını anlar. Karşılığında sevap ve azabı düşünür.

      Bu tefekkür nefsin dünyadan el etek çekmesini sağlamak hususunda en faydalısıdır. İnsan bu düşünceye dalmak üzere, kendisini dünyevi meşgalelerden arındırdığı ölüm ve ötesini göz önüne getirdiği zaman, hayvani gücü mağlup edip meleki gücün (yani hayrın) dâhiline girer.

      Rabıta-i Huzur: 

      Allah-ü Teala hazretlerinin kendisini her an duyduğunu, gördüğünü, bildiğini, düşünülmesi halidir. Böylece insan her halinde günahlardan kaçınır ve hayâyı elde eder. Cenabı Hak “Göklerde ve yerlerde olanı Allah’ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka odur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka odur”(Mücadele 7) ayet-i celilesinde buna dikkat çekmiş.Yine bir başka ayet-i kerime de: “Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur’an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yapsanız o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz.” (Yunus 61)buyurmuştur.

      Rabıta-i Mürşid:

      Rabıta-i Mürşid kişinin üstadını kalbine getirip onu düşünmesi demektir. Nasıl ki insan limonu düşündüğünde ağzı sulanıyorsa, bir Allah dostunu düşündüğünde kalbinde değişiklikler ve ilerlemeler olur. Hele düşündüğü kalbini raptettiği bir Mürşid-i kâmil olursa. Seyr-i Sulukta başarılı olmak hususunda evvela Şeyhin ahlakı ile ardından Rasulullah (S.A.V) Efendimizin ahlakıyla ve daha sonra da Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak için, ruhen daimi bir tarzda hazırlık yapılır. Bu hazırlığın temelini oluşturan unsur ise; İşte bu Rabıta’dır.

      Bu Rabıta sayesinde mürid, kalbini sürekli kontrol altında tutmayı başarır. Böylece Sülûkün diğer devrelerinde daha etkin ve kalıcı bir olgu kendisini ihata eder, kuşatır. Tasavvufi hayatın en önemli boyutu, insanın kendisini daima kontrol etmesidir. Cennet mekân Üstadımız, Rabıta’nın kalbe çok tesir eden mühim bir unsur olduğunu belirtirdi. Zikrin hararetinin kalbi kuşatmasına, kalpte Müşahedenin gerçekleşmesine, Mücahede ve Riyazette başarının elde edilmesine, Nefis ve Şeytana karşı mukavemet göstermede, Rabıtadan daha tesirli bir şey görmediğini söylerdi.

      Dinimizin en işlek caddesi olan Tasavvufi eğitim kurumları olan Tarikatlar, insanın iç dünyasını kuşatan masivayı ve o sayede gönülde saltanat kuran şeytani düşünceleri oradan def etmek için, Rabıta’ya ağırlık verilmesini gerekli görmüşlerdir. Bu da müridin şeyhinin iki kaşının ortasından nur çıktığını müşahede edip ve o nurun karşında edep ile oturduğunu müşahede etmesidir. O zaman üstadı ile muhabbet hâsıl olur. Rabıta zikirden daha tesirlidir...

      Rabıtaya riayet eden mürid, şeyhinin hal ve vasıflarını her an göz önünde bulunduracağından, yavaş yavaş bu vasıfların kendisine geçmesine sebebiyet verir. Buna "Fena fi'ş-şeyh" adı verilmiştir. Bu, müridi "fena fi'r-Resul" ve "fena fillah"a ulaştıran bir vasıtadan ibarettir.

      Rabıta dinen yapılması meşru olan bir ameldir. Nitekim Rabbimiz; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun”(Tevbe:119) buyuruyor. Ayette geçen “Sadıklarla beraber olmak” tabiri, onlarla fikirde, eylemde, tarafgirlikte beraber olmak kastedildiği gibi, manevi beraberlikte kastedilmiştir. Biz insanlar Allah-ü Teala’nın zatını ne görebiliriz nede onu düşünebiliriz. Zira o, bizim aklımızın alamayacağı bir zattır. Öyleyse onu düşünmek için vesileye ihtiyacımız vardır. Yani bize onu hatırlatacak şeylere bakarak onu hatırlayabiliriz ve gönlümüze yerleştirebiliriz. Böylece yapmaya devam edersek her an her yerde Cenab-ı Hakkın bizi gördüğünü ve her şeyimizi bildiğini zihnimize yerleştiririz. Şu Hadis-i şerif de buna delalet etmektedir.

      İbn-i Abbas (RA) Hazretleri demiştir ki: “Dikkat edin Allah’ın evliyasına (dostlarına) korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerde, onlar iman edipte (günahtan hakkıyla) sakınanlardır. Onlar için dünya hayatında da ahirette de müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu büyük kurtuluşun ta kendisidir”(Yunus62–64) ayetleri inince birisi, Peygamberimize (SAV) “- Ey Allah’ın Resulü onları bize anlat, umulur ki biz onları severiz.”dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamberimiz (SAV)de “Onlar (evliyaullah) görüldüğü zaman Allah hatırlanır” buyurdu.(Taberi)

      Bir başka Hadis-i şerifte ise Hz. peygamber (S.A.V) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki insanlardan hayırlar için anahtar, şerler için kilit olanları vardır. Yine insanlardan, hayırlara kilit, şerlere anahtar olanlar vardır. Allah’ın hayır anahtarlarını ellerine verdiklerine müjdeler olsun. Allah’ın ellerine şer anahtarları verdiklerine ise yazıklar olsun.”(Ebu Dâvûd)

      Cenab-ı Hak, Züleyha ile Hz. Yusuf için “Andolsun ki kadın ona meyletmişti. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi o (Yusuf) da kadına (dövmek kasdıyla) meyletmişti, işte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için burhanımızı gösterdik. Şüphesiz o (Yusuf) ihlâslı kullarımızdandı” (Yusuf 24)  buyuruyor. Ayette geçen Burhan (delil) nedir? Diye sorulduğunda İbn-i Abbas (RA) Efendimiz. “Tam kadına yürüyeceği anda babası Hz. Yakubu parmaklarını ısırır halde gördü ve o anda Hz. Yakup ona, sakın ha! Uzak dur dedi” buyurmuştur.(Ruhu’l Beyan) Bu örnekleri size vermemizde ki kasıt kişinin bir başkasıyla nasıl zahiri görüşmesi oluyor ise Allah’ın izniyle manevi bir irtibata geçmesinin de mümkün olduğudur. Görülüyor ki Mürşid-i Kamil olan zatlara rabıta ile onlardan istifade haktır.

      Rabıta, bir müridin, Mürşid-i Kamil’inin ruhaniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. Çünkü mürşit, yetiştirme, yardım etme, feyz verme, kemale erdirme ve tebliğ (duyurma) da Efendimiz (S.A.V) bizimle Allah-u Teala arasında vasıta olduğu gibi, Mürşid-i kâmil olan zatta bizimle Efendimiz  (S.A.V) arasında vesiledir. Ve o, bizi hak yola  ve Allah-u Teala'nın zikrine irşad edendir. O’na karşı olan bu sevgi vacip olan bir iştir. Çünkü "Allah yolunda sevmek ve Allah yolunda buğzetmek vaciptir."

      Mürid her ne zaman Rabıta’da bulunur ise, Üstadı ile manevi bir beraberlik ortamını yakalar. Böylece O’nunla nasıl huzurda iken edep ve disiplin içerisinde bulunur ise, O’nun gıyabında da böylece edep disiplinine riayet etmiş olur. Kontrolsüz, rast gele bir hayatın etki ve nüfuzundan kurtularak, disiplinli bir hayat ortamına kavuşur. İşte fayda sağlayan rabıta da bu anlayışla yapılandır.

      Her şeyhe rabıta yapılabilir mi? Müridin, mürşidi kâmil olmayan bir zata rabıta yapmasının sakıncası nelerdir?

      Rabıta "fena fillah" ve "bekabillâh" mertebesine ulaşmış olan kâmil bir şeyhe yapılır.

      Rabıta bıçak gibidir. Hem adam öldürmek gibi zararlı bir işte hem de kurban kesmek gibi faydalı bir işte kullanılabilir. Şeyh kâmil bir Mürşid olmazsa şeytan o surette gelir şeyhin şekline girer onlara rabıta yapanlarda da cinnet getirme, sapıtma, yollarını bozma, ene, kibir gibi halleri vermeye vesile olur. Bunun için sakıncalıdır. Sadece Kamil Mürşid olan zatlar, Şeytanın suretlerine temessül etmelerinden masumdurlar. Çünkü Veliliğin şartlarından birisi de, onların Allah’ın koruması altında olmalarıdır.

      Ama Mürşid-i Kamil olmayanların şekil ve suretlerine Şeytanın temessül etmesi söz konusudur. Bu sebeple de, Rabıta esnasında niyeti halis olan saf bir müridi saptırıp, fısk ve fücura yönlendirebilir. Nitekim bunun örnekleri çoktur. Bundan Kamil olmayan kimseler Allah’a davet vazifesi yapamazlar manası çıkarılmaz. Onlar da irşad ve davet vazifesinde bulunabilirler.

      Ancak tasavvufi öğreti gereğince, kendilerine rabıta yapılamaz. Çünkü rabıta, manevi bir beraberlik gayesine matuf olduğu için, bu beraberlik müridin gıyaben Şeyhine gösterdiği bir tür ta’zim ve hürmettir. Yani üstadının huzurunda edep tavrını takındığı gibi, O’nun gıyabında da aynı ta’zim ve hürmeti muhafaza ederek, Seyr-i Sülûk'e elverişli hale gelmeye çalışmasıdır. Hal böyle olunca, şekil ve suretine Şeytanın temessül ettiği kimseler, çevresindekilere böyle bir vazife verdiği zaman, şeytanın o kimsenin kılığında görünerek, müridi alt etmesi, saptırması mümkündür. Bu vesileyle onlar davet ve irşad vazifesini yürütürler ama kâmil mürşidler gibi rabıta veremezler.

      Kamil bir seviyede olduğu halde, rabıta vermeyen nice şeyhler bulunmaktadır. Halid-i Bağdadi Hazretleri buna örnektir.

      Halid-i Bağdadi Hazretlerine:

–         Efendim size rabıta yapalım mı? Diye sordular.

–         Halid-i Bağdadi Hazretleri, Mürşid-i Kamil olduğu halde:

–         Benim üstadım Abdullah Dehlevi Hazretleri Mürşid-i kâmildir. Her ne kadar elimde icazetim varsa da, rabıtayı ona yapacaksınız. O hayatta iken ben hayâ ederim, diye cevap verir.

      Her müride rabıta verilir mi?

Rabıtayı ancak Kamil manada Mürşid olan zatlar verir ve bunu da, derviş hal görmeye başladığı zaman verir.

Henüz talip konumunda olan, işe yeni başlayan, terimlerden, kavramlardan haberi olmayan, amel ve taatı yeterli seviyeye ulaşmamış olan kimselere hemen birdenbire böyle bir vazife vermek doğru değildir. Bir derviş, Nefs-i Mülhime’ye gelmediği sürece onun rabıtaya ihtiyacı olmaz.

 




Okunma Sayısı : 20095

Soru Tarihi: 8/6/2015

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *