SORU ARA

SORULAN SORU

Tarikata mensup olan ihvanlar kendi şeyhleri için ağız birliği etmişçesine bizim şeyhimiz zamanın kutbu, bizim şeyhimiz mürşidi kâmil diyorlar. Mürşidi Kamil olmak için bazı özelliklerin olması gerekmez mi? Mürşidi Kamillerin özelliklerinden bahseder misiniz?

CEVAP

Allah kendisinden razı olsun, muhterem Üstadımız bizlere kendisine uyulacak, yolundan gidilecek zâtların bütün özelliklerini bildirirdi. Temelde üç ayrı kısımda ele alarak Şeriatta, Tarikatta ve Hakikatte olmak üzere ayrı ayrı durumlarının olduğunu bildirirdi. Mürşid-i Kâmilin Şeriatta alametleri şunlardır:

Kamil bir şeyhin alameti Rasulullah (sav) Efendimiz gibi, kapısı açık olur. İmanlı olsun, imansız olsun evine herkes gelir, halini anlatır. İkincisi sohbeti bol olur. Allah ve Resulünden bahseder. Şeriattan asla taviz vermez. Ayetlerden, helallerden, haramlardan bahseder. Üçüncüsü de cömert olur. Rasulullah (sav) eline bir üzüm aldı mı, Sahabelere verir. Bir bardak su alır üç yudum içer, hemen Sahabelere verir. Bir bardak süt ikram edilir, üç yudum içer, hemen Sahabelere verirdi. Bu zâtlar da tıpkı O’nun gibi cömert olur .

Tarikatta alameti: Ona vardığında onu görür görmez, Allah Allah, ben bu kişiyi tanıyorum ama nereden tanıyorum der. Bir sevgi, bir muhabbet kalbine girer gibi olur. Çok sever. İkincisi soracağı soruyu unutur. Şöyle bir soru soruyum, şöyle yapayım der. Onu görünce soruyu unutur. Üçüncüsü de yanından ayrılmayı istemez. İşi de olsa, dükkânı bekliyor, işi bekliyor, zamanı geçiyor ayrılmayı, kalkmayı istemez.

Hakikatte alameti ise: İstihare yapmak ve sonra da o zâta sormak lazım. “Size Allah Teâlâ, Peygamber (sav) Efendimiz görev verdi mi?” diye. Vermediyse verdi diyemez, yalan söyleyemez. Yalan söylüyorsa zaten Mürşid-i Kamil olamaz. “İnşaallahü Teâlâ bizi vazifelendirdiler” der.

İkincisi: “Sizi rüyamda gördüğüm zaman, şeklinize ve suretinize şeytan girer mi?” diye. Rasulullah (sav) Efendimizin vazife verdiği kimse, Verasetül-Enbiyadır. Peygamber Efendimizin de varisidir. Varisinin de şekline, suretine şeytan giremez. “İnşaallah-ü Teâlâ evladım rüyada gördüğünüz bu fakirdir” der. Eğer aslı yok’ta söylüyorsa o insan katildir. Nasıl cinayet işlenip de katil olunuyorsa, o da insanların Allah’a vuslata, Muhammeden-il Mustafa’ya vuslatına mani oluyor, sanki onu öldürüyor, demektir. “İnşaallah-ü Teâlâ bu fakirin de şekline ve suretine şeytan giremez. Bize de vazife verildi.”der.

Üçüncüsü de: “Bize maddi olsun, manevi olsun. Daraldığımız zaman Benim şöyle şöyle bir işim var, dediğimizde, rüya olsun, hal olsun, benim halime çare bulabilir, rüyamda beni ikaz edebilir, öleceğim zaman imanla gitmeme vesile olabilir misin?” diye sorulur. Eğer gerçekten Peygamber (sav) Efendimizin varisi ise, Allah Teâlâ onun şekline, suretine şeytan girdirmediği için, derhal onun yardımında hazır bulundurur. İmanla gitmesine vesile olur. İşte Kamil Mürşid bu şekilde bilinir.”

Bütün bunları belirttikten sonra, sitemli bir tarzda hitap ederek buyuruyor ki:

 “Bu gün bir sebze alırken, param boşa gitmesin diye maydanozu seçiyorsun, elmayı seçiyorsun, armutu seçiyorsun, eti seçiyorsun. Her şeyin iyisini almaya gayret ediyorsun da, sen ruhunu, maneviyatını teslim edecek bir Üstadı neden iyi aramıyorsun?”

Sorunuzun devamında bu tarikatların ayrı ayrı oluşuna gelince bu konu hakkında da Muhterem üstadımızın derin bilgilerinden istifade etmemiz uygun olacaktır. Günümüzde insanlardan kimisi, Tarikatı gereksiz görürken, kimisi de erişilmez bir dağ gibi görür. Ancak her ikisi de buna nüfuzu olmadığını ortaya koymuş olur. Abdullah Baba Hazretleri bunu çok kolay bir üslupla dile getirir, küçük çocukların bile nasiplenmesi için uğraşırdı. Herkesin bu deryadan faydalanmasını çok isterdi. Tarikat-ı Aliye’nin özünün Rasulullah (sav) Efendimiz olduğunu, bunun Rasulullah’ın (sav)sünnetlerini ihyâ etmek ve ahlâkı ile ahlâklanmak sayesinde olduğunu her fırsatta anlatırdı. Ve bu hakikat sohbetlerini hiçbir ferdi ayırt etmeksizin herkesle paylaşırdı. Buyururdu;

– Allah’ın bütün evliya kulları Muhammed-ül Mustafa’nın Tellallarıdır. Efendimiz (sav) sevilmedikçe, sünnetleri ihya edilmedikçe Allah’ı sevmek mümkün değildir. Zira Tarikat-ı Aliyenin Bânisi (kurucusu) Rasulullah (sav) Efendimizdir. O’ndan sonra Hz. Ebubekir-i (ra) ve Hz. Ali (kv) Hazretleri tarafından, iki koldan kıyamete kadar devam edecek olan bu mübarek yol, çeşitli isimlerle anılmışlardır. Örneğin; “Kadiri, Rufai, Nakşibendi, Mevlevi… gibi”(Allah onlardan razı olsun.) Ancak bunlar arasında hiçbir zaman ayrıcalık yoktur. Gaye, Allah ve Resulüne vasıl olabilmektir. Bunun gâyrın da, kendisine menfaat sağlamak için çalışanların sonu, hem bu dünyada hem ahirette hüsrandır. İnsanlar bu hüsrana uğramak istemiyor iseler, kendilerine, Allah-u Teâlâ Hazretlerinin sıfatlarında fani olmuş, Rasulullah (sav) Efendimizin varisi olan, Velayet veya Veraset nuruyla kemâle ermiş, irşada yetkili bir zât bulmalıdır. Değilse Hakikate ermek mümkün değildir.

Yine buyururdu ki:

Şeriatı bulmayınca, Tarikatı bulmak imkânsızdır. Tarikatı bulmayınca, Hakikati bulmak imkânsızdır. Hakikati bulmayınca, Marifeti bulmak imkânsızdır. Öyle olduğu için Şeriattan zerre kadar ayrılmak, diğer güzelliklere ulaşmaya engeldir. Şeriatı olmayan insan, Tarikattan koku alamaz...




Okunma Sayısı : 7723

Soru Tarihi: 6/21/2015

Yorumlar
hatice Kübra

Allah razi olsun inşallah temenni ve duamız butun mü'min kardeşlerimize Abdullah babam gibi bir mursidi kamil versin .

Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *