SORU ARA

SORULAN SORU

Feraset ve basiret kavramını açıklar mısınız? Bir derviş nasıl feraset ve basiret sahibi olabilir?

CEVAP

Feraset ve basiret kavramlarını açıklamadan önce aklı anlamamız gerekir.

Akıl, Allah’ın insanoğluna vermiş olduğu bir nurdur. İnsanı insan yapan, mükellef yapanda akıldır.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Allah-u Teâlâ’nın insana en güzel vermiş olduğu nimet-i ilahi akıl nimetidir. Aklı olmayan insanda sorgu sual olmaz. Allah-u Teâlâ akla hitap eder, akılsız insanlara hitap etmez. Akıl sağlığı çok önemli bir nimettir. Hatta en önemli nimette diyebiliriz. Çünkü akıl olmadı mı ibadetleri yapma hükmü ortadan kalkar. Aklımızın kıymetini bilelim.

İkincisi fikirdir, akıl ile fikir birbirleriyle bağdaşmaz, birbirlerinin zıttıdır ve birbirlerini tamamlayıcıdır. Bunlara önder olan, bunu değerlendiren, yön veren imandır. Allaha İman, peygamberlerine iman, kitabına iman, meleklerine iman, öldükten sonra dirilmeye iman, hayrın ve şerrin Allah-u Teâlâ’dan olduğuna inanmak, buna da iman denir.

Akıl bir şeyi, bir ilmi bize getirdiği zaman, hem fikrimizle hem imanımıza hem de ilmimizle değerlendiririz. Bizim dinimiz hem akıl dini, hem mantık dini, hem inanç dini, hem de ilim dini…

Adem (as) ateşten, sudan, topraktan, havadan halk oldu. Bizim vücudumuzda hem ateş var, dereceyi koyduğumuz zaman hararet görüyoruz. Hem su var,  vücudumuzun dörtte üçü su. Toprak var, topraktan halk olduğumuz için. Bir de ne eksik kaldı hava onu da teneffüs yapıyoruz.  

Bu dört Anasırı Erbaa[1]n halk olduğumuz için aklımızla tartarız, mantığımızla tartarız, ilmimize tartarız. Ateşten, topraktan, balçıktan insan olur da hayat olur mu? Akıl, mantık, fikir, ilim sukut eder. İman kabul eder. Demek ki imansız bir akıl, imansız bir fikir, imansız bir ilim ne kadar olursa olsun doğruyu bulamaz. Bu nimetler bize dünya maişetlerini, dünya nimetlerini anlatır ama imanla hem dünyamızı hem de ahiretimizi hem de yaratıcı olarak Cenabı Zülcelal Hazretlerini bulur ve ona koşarız … Buyurmaktadır.

Akıl, Hak ile bâtılı ayırmaya yarayan bir nurdur.[2]

Fikir de nuru kullanma yeteneğidir. Feraset de bu akılı kullanarak oluşturduğu o fikrin insanın iç âleminde, kalp âleminde edinmiş olduğu o tecrübelerin neticesinde insana doğan bir nurdur.

Peygamber Efendimiz (Sav) Hz.leri;

“Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”[3] buyurdu ve ardından, “Elbette bunda feraset sahipleri için ibretler vardır.”[4] âyetini okudu.”

Müfessirlerin çoğu gibi sûfîler de bir âyette geçen “mütevessimîn” (el-Hicr 15/75) kelimesini feraset sahipleri şeklinde anlamışlar, ayrıca; “Sen onları simalarından tanırsın” (el-Bakara 2/273) ve, “Andolsun ki sen onları -münafıkları- konuşma tarzlarından da tanırsın” (Muhammed 47/30) mealindeki ayetlerde de ferasetin kastedildiğini söylemişlerdir.[5]

Feraset ancak ve ancak hakiki imanlı, akıl, fikir ve feraset sahibi olanların yolunda giden yani istikamette olan insanda beliren bir duygudur.

“Ey iman edenler! Şayet Allah’dan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” [6]

Bir mümin feraset nuruyla bakmaya başladığı zaman bir konu hakkında hiçbir ilmi bilgisi olmasa dahi onun yanlış veya doğru bir şey olduğunu anlar. Yanlış bir şey ise eskilerin deyimi ile içi kabul etmez.  İstikamete olan Mümin insan, kalbe doğan feraset nurla bezendiği zaman, bu feraset nuru yanlışı kabul etmez. Eğer insanda eksiklik varsa Feraset nuru devreye giremez, girecek kuvveti bulamaz.  Yalan yanlış söylemleri kişi hemen kabullenip onda istikamet bulur. Şeytanın vesveselerini takip etmeye başlarlar.

Rasûlullâh (sav)’e bir gün:

–Yâ Rasûlâllah! Allah’tan başkasına hiç ibadet ettiniz mi?” diye soruldu.

Hayır! Cevabını verdi.

–Hiç içki içtiniz mi? diye soruldu.

Hayır! Ben, Kitap ve imanın ne olduğunu bilmezken bile, onların yaptıkları şeylerin küfür olduğunu bilirdim. buyurdu.[7]

Yaratılmışlar içinde en üstün feraset Allah Resulü (sav)’in ferasetidir.

Mümin haramlardan sakınıp, kötülük ve günahlardan, yanlışlıklardan uzaklaşıp takva üzere bulunmaya gayret ettiğinde. İşte insan o zaman şairin dediği gibi ;

“İki kere bakmaya hacet mi var

Bir bakışta kadrini anlar ârifan.”

İmam Kuşeyri;

Yine sûfîlere göre nefsin bayağı arzularına karşı koymak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak, Hz. Peygamber’in sünnetini bir hayat tarzı olarak benimseyip ona göre yaşamak insanın feraset sahibi olmasını sağlar. Dolayısıyla bu tür bir hayat yaşamayanların feraseti makbul sayılmamıştır.[8]

Feraset[9] lügatlerde ; Zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir insanın ahlak ve davranışını yüzünden anlamak halidir. Feraset nuru ise ilmi ile amel eden salih insanların kalbine gelen ilham nurudur.

Feraset, kalbin üzerine düşen bir manadır. Ferasetin kuvvetliliği veya zayıflığı imanın kuvvetine bağlıdır. İmanın kuvvetli olanın feraseti daha keskindir. Feraset, yakin’in keşf edilmesi ve gaybın görünmesidir. [10]

Sâdât-ı Kirâm’dan Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (ks) Hz.leri Buhara’da mürit ve muhipleriyle velilik halleri üzerine sohbet ediyordu. Sohbet halkasına elinde tesbih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Hâce’yi dinlemekteydi. Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir eda ile şöyle dedi:

– Efendim, malumunuz, Hz. Peygamber (sav) “Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba?

Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî k.s. bu gence kısa bir süre heybetle nazar eyledikten sonra sert bir tonla:

Sen önce belindeki zünnarı kesip imana gel, müslüman ol ki bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu.

Hâce’nin bu tavrı ve sözleri oradaki herkesi şaşırttı. Zünnar, papazların, ucunu önden sarkıtarak bellerine bağladıkları örme bir kuşaktı ve tıpkı haç gibi hıristiyanlık alametiydi çünkü. Halbuki bu genç müslüman bir derviş kıyafeti içindeydi. Nitekim inkâra yeltendi ama yakınında bulunan birkaç kişi gencin üzerindeki hırkayı çıkarınca, düğüm düğüm ederek gizlemeye çalıştığı zünnarının belinde bağlı olduğu görüldü. Aslında hıristiyan olan bu genç, müminin ferasetindeki isabeti şimdi bizzat yaşayarak öğrenmişti. Af diledi, zünnarını çözüp attı, kelime-i şahadet getirip müslüman oldu. Bunun üzerine Hâce hazretleri etrafındakilere döndü, buyurdu ki:

Ey dostlar! Bu genç zünnarını kesti, müslüman oldu. Gelin sizler de kalplerinizdeki zünnarı kesip iman edin. Kalpteki zünnar kibir ve gururdur. Bunları çözüp atmadıkça ahdine sadık bir mümin olamazsınız!

Basiret ise kişi manen ilerleyip feraset nuru oluştuğu zaman Allah’ın nuru ile görmeye başlamasına denir.

“Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”[11]

Kim gönlünü İslam’a şerh ederse Rabbinden bir nur üzere görür, işte basiret buna denir.

Lügatte başımızdaki göze basar, kalp gözüne de basîret denir.[12] Buna göre basîret; kalp gözüyle görüş, işin iç yüzüne nüfuz etmek bir şeyin içini-dışını, önünü-sonunu, aslını ve hakikatini bilmektir. Bu nedenle basîret-i kalp, kalp uyanıklığı; basiretsiz, gafil, basîreti bağlanmak gaflette bulunmak anlamına gelir.

Görme yani basar hem insanlarda hem hayvanlarda olduğu halde basiret duygusu sadece insana verilmiştir. Etraftaki eşyayı, uzaktaki bir cismi iyi ve mükemmel bir şekilde rahatça gören gözler olduğu gibi, bunu çok az görenler de vardır. Aynı şekilde eşyanın hakikatini tam anlamıyla idrak eden fevkalâde basiret olduğu gibi bu eşyanın gerçeklerini göremeyen kalp gözleri de vardır. İnsanın kötülük ve ahlâksızlıklara dalması onun basîretini bağlar. Fakat Allah'a itaat, Sünnete intiba, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhidi akide, mümine üstün bir basiret verir.

Rabbim bizleri Hak'la batılı ayırabilen, feraset ve basiret sahibi kullarından eylesin inşallah….

 


[1] Anasırı Erbaa: yaratılışın özünü belirleyen dört unsur (toprak, su, hava, ateş)

[2] Hâris el-Muhâsibî, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’ân (Aklın Mahiyeti ve Kur’ân’ın Anlaşılması), tahk. Hüseyin el-Kuvvetli, ter. Veysel Akdoğan, İşaret Yayınları, İstanbul 2006, s. 207

[3] Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, el-Câmiu’s Sağir, 1, 24

[4] Hicr Suresi 75

[5] Râgıb el-İsfahânî, s. 186

[6] Enfâl Suresi 29

[7] Diyarbekrî, I, 254-255

[8] Kuşeyrî, s. 483

[9] Feraset: aslı Firaset dilimizde ferasete dönüşmüştür.

[10] Risale-i Kuşeyri Feraset Bahsi syf 314

[11] Zümer Suresi 22

[12] Rağıb el-ısfahânî, el-Müfredat, 49

 





Okunma Sayısı : 2582

Soru Tarihi: 9/25/2021

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *