SORU ARA

SORULAN SORU

Bugün Allah için ne yaptın? sorusunu açıklayabilir misiniz?

CEVAP

Rivayet edilir ki Aziz ve Celil olan Allah Hazreti Musa’ya:

 “Ey Musa! Benim için ne yaptın?” diye sorar.

Hazreti Musa (as) 

- Ya rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, seni zikrettim. Şeklinde cevap verir.

Allah (cc);

- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni cehennemden koruyan kalkanlardır. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. benim için ne yaptın? diye sorar.

Hazreti Musa (as);

“Rabbim! Senin için yapılması gereken amel nedir?”  diye sorunca Allah (cc); 

- “Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi? ” şeklinde cevap verir.[1]

Bu suali Rabbil âlemin bize sormuş olsa idi bizlerin vereceği cevapta kesinlikle Musa Kelimullah’ın cevabı ile aynı olacaktı.

Namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, hacca hatta umreye gittim, seni zikrettim, tesbih çektim hakeza ibadet olarak neyi biliyorsak onları sayacaktık. 

Ancak bunların tamamı Cenabı Zülcelal Hz.lerinin bizlere verdiği vazifelerdir ki Allah için değil yalnızca kulluk borcumuzu ödemek için ve hem dünya hem de ahiret saadetimiz için yapılır. Rabbimizin Musa a.s buyurduğu gibi namazlarımız bizi cennete kavuşturacak yollar, oruçlarımız bizi cehennemden koruyan kalkanlardır. Verdiğimiz zekâtlarımız kıyamette bize gölgelik, zikirlerimiz de, o günün karanlığında bizlere ışık olacaktır.

Kişinin böyle bir cevabı vermesi tıpkı öğretmeninin ödev verdiği bir öğrencinin ertesi gün gelip “öğretmenim bak senin için ödevimi yaptım” demesine benzer ki öğrencinin ödev yapması kendisi içindir bunun öğretmene hiçbir faydası yoktur.

Bizlere farz olarak bildirilmiş olan hiçbir ibadetimizi yapmamız Allah’ın şanını daha da yüceltmeyeceği gibi biz bu amelleri işlemez isek de haşa Allah’ın şanın da bir azalma olmayacaktır. Bu ibadetleri işlemeye muhtaç olan eksiklik noksanlıklarla donatılmış olan insanoğludur. Ayrıca binlerce nimetle donatılmış insanoğlunun şükrünün şekle bürünmüş hali de ibadetlerdir. Yani Yüce rabbimiz bizlere bunların karşılığında cenneti vermeyecek olsa idi de sadece şu dünya da verdiği nimetlerin şükrünü eda etmek için bile ibadetlerin yapılması gerekirdi.

Mademki ibadetler bizim içindir; Bu soru bize sorulduğunda vermemiz gereken cevap nedir öyle ise;

İlkini Rabbil Âlemin cevaplıyor;

Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık etmelisin!

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin tuzlusuna tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan medet beklerlerdi.

Oduncu, bir gün: «Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum» diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi.

Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:

- Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi. Adam, oduncuya:

- Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızdı, öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı.

Şeytan zahide:

- Ey zahid, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.

Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar.

Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında, altını gördü. Memnun olmuştu, ikinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam;

- Seni sahtekâr seni, kandırdın değil mi beni? Diyerek üzerine hücum etti.

Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:

- Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.

Allah muhafaza dünyalık çıkarlar uğruna hakkın düşmanlarına ve günahlara karşı taviz verir müsamaha gösterir isek hem dünyamızı hem ahiretimizi perişan etmiş oluruz. Ne kıldığımız namaz ne tuttuğumuz oruç bizi selamete ulaştıramaz.

İkinci cevabı Allah Resulünden dinleyelim;

Hz. Peygamber (sav)şöyle buyurdu:

“Allahu Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyurur:

”Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin”. Âdemoğlu:

Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? Der. Allahu Teâlâ:

Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?

“Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın” buyurur. Âdemoğlu:

Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim? Der. Allahu Teâlâ:

Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin?

“Ey Âdem oğlu! Senden su istedim, vermedin” buyurur. Âdemoğlu:

Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim? Der. Allahu Teâlâ:

Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin? Buyurur. [2]

Allah Teâlâ, herhangi bir hastayı ziyaret etmeyi, bizzat kendisini ziyaret etmek gibi değerlendirmektedir. Rızasının, hastanın yanında onu ziyaret edecek kimseleri beklediğini bildirmektedir. Bu, Allah Teâlâ’nın lütuf ve ikramının rahmet ve rızasının; düşkün ve zayıfların, himmete ve yardıma muhtaçların yanında olduğu anlamına gelmektedir. Onlara gösterilecek ilgi nispetinde ilâhî rahmet ve rızaya kavuşmanın mümkün olacağı anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi Yüce Rabbimiz ’in hastalanması, bir şey yemesi- içmesi ve bunlar için herhangi bir kimsenin yardımına muhtaç olması kesinlikle düşünülemez. O eksikliklerden münezzeh olandır.

Kul, kimi ziyaret ettiğini ya da kime iyilik ettiğini değil, kimin emrini yerine getirdiğini düşünmelidir. Ziyaretin veya ikramın muhatabı Ahmet veya Mehmet olabilir. Ama asıl önemli olan, bu ameli isteyen iradenin kime ait olduğudur. Allah’ın rızası ise iradesinin yerine getirilmesindedir.

Bir başka rivayette şöyle nakledilmiştir;

Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı.

 «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tembihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

Musa Aleyhisselâm:

«Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten hayâ ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

Allah (cc):

«Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşamüstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip:

«Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi.

Hz. Musa:

- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (cc) gelecek, dedi.

Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:

- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Sen değildin, bu nasıl olur? Dediğinde Cenabı Allah:

- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta ve Allah o kimseden razı olmaktadır.

Cenabu Zülcelal Hz.lerinin rızasının hangi amelde sakladığını bilmemizin imkânı yoktur. Kimi ameller görünürde büyüktür ancak kişinin niyetinden ötürü Allah’ın katında zerre kıymeti yoktur kimilerine de bakıldığında “ hadi canım bundan da mı sevap umuyorsun” denilir ancak Allah sırf o amel hürmetine kulunu affı mağfiret eyler.

Resullah (sav) in bir hadisinde;

Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe acıyıp su veren kadının iffetsiz bir kadın olmasına rağmen nasıl affedildiğini hepimiz biliriz. Oysaki kadın zina ile meşgul oluyordu ancak merhametinden dolayı Rabbimiz onu affetmiş ve ondan razı olmuştu. Bir diğer kul ise ibadet ehliydi ancak bir kediyi açlığa mahkûm edip ölümüne sebep olduğu için Rabbim merhametsizliğinden dolayı onu cehennemliklerden kılmıştı.

Öyle ise ; dilenciye yardım etmen,  yolda bir ihtiyar gördün mü koluna girip yolunu göstermen,  ama gördün mü ona yol vermen, yürürken ayağına takılan bir taşı ‘başka kardeşime zarar vermesin’ diye yoldan kaldırman, borç isteyene borç vermen, dertli bir kardeşinin derdine ortak olman, dara düşmüşün elinden tutman, aç kalanı doyurman, su isteyene su vermen, yolda kalmışı barındırman, bir yetimin başını okşaman, gördüğün bir ayıbı örtmen, haklı olsan dahi tartışmaya girmemen, insan gönlünü incitmemek için gayret sarf etmen, güçlü iken bile zulmetmemen, bir kuşun kırık kanadının sarman, komşunun eziyetine sabır göstermem, yalanı gıybeti suizannı terk etmen, küçüklerine şefkatli büyüklerine saygılı davranman hakeza kendi nefsine hiçbir fayda sağlamadığı halde, alacağın karşılığı hiç bilmeden ve düşünmeden yalnız Allah’ın rızasını gözeterek yaptığın her iş ALLAH içindir.

Rivayet edilir ki;

İki ayrı adam iki ayrı beldeden tek başlarına yolculuğa çıktılar. Biri yaya diğeri atlı idi. Güzergâhları aynı idi. Adamlardan atlı olanı bir su kenarı buldu mola verdi. Su içip abdest almak istedi ancak atını bağlayacak bir yer bulamadı. Etraftan bulduğu bir odun parçasını suyun yanına çaktı ve atını oraya bağlayarak, suyunu içti abdestini aldı. Ayrılırken de;

“ Şu kazığı sökmeyeyim de gelenler hayvanlarını bağlasın, bencileyin zorlanmasınlar” dedi ve gitti.

Bir müddet sonra bizim yaya olan yolcumuz su kenarına geldi. Çok susamış olduğu için suyu görünce koşmaya başladı telaştan olsa gerek biraz evvel çakılan kazığa takılıp düştü canı da epey yandı. O da suyunu içip abdestini aldı tam ayrılacak iken;

“Aman! Şu kazığı sökeyim de birileri bencileyin takılıp düşmesin. Dedi kazığı yerinden söktü gitti.

Rabbim nida buyurdu; “Razı oldum!”

Melekler sordular; “ Yarabbi hangisinden “diye

Rabbim buyurdu; “Her ikisinden de”

Melekler hayretle; “Yarabbi biri kazığı çaktı, diğeri söktü” deyince, Rabbim buyurdu ki;

“Değil mi ki her ikisi de benim rızam için başkalarına iyilik yapmaya çalıştı. Ben her ikisinden de razı oldum”

Allah’ın muhtaç kullarına yardım etmemiz de Allah için yapılan amellerdendir.

Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (ks) hazretleri şöyle anlatır:

İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibadet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibadet eden kardeş, yaptığı ibadetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

- Bu gece de anneme sen hizmet etsen, ben yine ibadet edeyim, dedi.

-Kardeşi kabul etti. İbadet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. 

Rüyasında bir ses ona:

- Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:

- Ben Allah Teâlâ'ya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. 

Ses ona:

- Evet, senin yaptığın ibadetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.

Hz. Ömer’den bir hadis nakli ile bitirelim inşallah;

 Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı.

 Aralarında:

"Bizi bu kayadan, salih amellerimizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:

"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:

"Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptı isem, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!" 

Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.

İkinci şahıs şöyle dedi:

"Ey Allahım! Benim bir amcakızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.

Ey Allahım, eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."

Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.

Üçüncü şahıs dedi ki:

"Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi [bir farak pirinçten ibaret olan] ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim.

 Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:

"Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:

"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:

"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:

"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.

"Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."[3]


Tüm bu naklettiklerimizin ışığında diyebiliriz ki;  İbadetlerimizle kendimizi  avutup Allah için daha ne yapayım diyerek kendimizi kandırmayalım… Bilmeliyiz ki Allah’ın rızası ancak nefsin isteklerinden uzak durmakta ve güzel ahlaktadır.

Hz. Ömer Peygamberimizin, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” hadi­sini devamlı hatırında tutardı. Bu maksatla, her günün akşa­mında kendi kendine, “Ey Ömer, bugün Allah için ne yaptın?” diye sorardı.

Biz de Hz. Ömer (ra) gibi her gece yatmadan önce “bugün Allah için ne yaptım” deyip kendimizi  sığaya çekip yukarıdaki cevaplardan birini ya da bir kaçını verebiliyorsak “Müjdeler olsun bize Rabbimiz bizden razı oldu” demektir.

 

 


[1]  Mektubat-ı masumiyye

[2] .   Muslim, Birr 43, (2569).

[3] Buhârî, Enbiya 50, Büyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Büyû' 29, (3387)




Okunma Sayısı : 11244

Soru Tarihi: 8/23/2016

Yorumlar
Metin zayim

Allah cümlenizden razı olsun

Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *