SORULAN SORU

İllet, gıllet, zillet ne demektir? Bu sınavlarla imtihan olursak neler yapmalıyız?

CEVAP

Peygamber Efendimiz (sav);

"Allahu Teâlâ'nın lütfundan sevdiklerine verdiği belâ üçtür. İllet (hastalık), gillet (iftira), zillet (halk arasında hor, zelil olmak). Buyurmuşlardır.

Peygamberler olsun Allah dostları evliyalar olsun illet, gillet, zilletle imtihan olmuşlardır. Allaha vuslat yolunda bir salik de bu üç imtihandan biriyle muhakkak muhatap olunur. Eski mutasavvıflar; “Bu üçünden birisi kırk güne kadar bir mü'minin başına gelmezse o kimse Allahu Teâlâ'nın nazarında değildir. Allah ondan tam hakkıyla memnun değildir.  Ya hastalık, ya kıtlık fakirlik ya da halk arasında kendisi hakkında dedikodusu edilip çekiştirilerek imtihan edilir.” Demişlerdir.

Adamın biri Resûlullah (sav )'in yanına gelerek,

Ey Allah'ın Resûlü! Malım mülküm gitti ve sağlığımı da kaybettim, dedi. Resûl-i Ekrem (sav) adama cevap olarak;

"Malı gitmeyen ve hiç hasta olmayan bir kulda hayır yoktur. Allah (c.c) bir kulunu sevdiği zaman ona bazı sıkıntı ve musibetler verir. Sıkıntı ve musibet verdiğinde de onu sabrettirir, buyurdu. [1]

İllet, gıllet, zillet imtihanları insanlara hepsini bir anda verilmez herkes farklı farklı imtihanlara tabi tutulur. 

Bu üç imtihandan birinci olan “illet” amansız hastalıktır demektir.  Eyüp Aleyhisselam illet imtihanına maruz kalan peygamberlerimizdendir.

Eyüp Aleyhisselam çok şiddetli bir hastalığa yakalanmış, hastalığı uzun sürmüş ve çeşitli imtihanlara, musibetlere maruz kalmış bu musibetler karşısında hep sabredici olmuştur. İlerleyen zamanlarda imtihanı daha da şiddetlenmiş, hastalık o kadar ilerlemiş ki, vücudunun her tarafını saran yara ve ağrılar sadece kalb ve diline ulaşmamış. Hastalık artık kalbine ve diline ulaşıp da Allah'ı zikretmesine mâni olacak hale gelince  Allah'a;

“ ﺭَﺏِّ ﺍَِﻧّﻰِ ﻣَﺴَّﻨِﻰَ ﺍﻟﻀُّﺮُّ ﻭَﺍَﻧْﺖَ ﺍَﺭْﺣَﺎﻟﺮَّﺍﺣِﻢ َﻦﻳِ "Rabbi inni messeniye'ddurru ve ente erhamürrahimin “Ya Rabbi zarar bana dokundu. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Bana da merhamet eyle Yarabbi.” [2] şeklinde iltica etmiş, duasının kabul edilmesiyle de bu musibetten kurtulmuşlar.

Yeri gelmişken şunu belirtmeden geçemeyeceğiz, bazı kaynaklarda Eyüp Aleyhisselam'ın hastalığından dolayı insanları iğrendirecek bir duruma düştüğü söylenmektedir. Bu söylemlerin aslı astarı yoktur. Eyüp Aleyhisselam'ın hastalığı görenleri tiksindirecek, halkı kendisinden nefret ettirecek bir vaziyette değildi. Onu görenler ağır bir hastalık içinde bulunduğunu biliyorlar, ancak ondan tiksinip kaçmıyorlardı.  

Peygamberler halkın nefretine sebep olacak arızalardan uzaktır ve Allah tarafından korunmuştur. Peygamberlerin tiksindirici şeylere müptelâ olmaları, peygamberliğin bir icabı olan halkla bir arada olmaya, insanları hak ve doğru yola davete mâni olan bir durumdur. Bu ise "nübüvvet" hikmetine uygun değildir. [3]

Peygamber Efendimiz hadisi şeriflerinde;

"Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur. [4]

Bir gün sahabeyi kiram ;

 "Ey Allah'ın Resulü! İnsanlardan kimler en çok belaya uğrar?" diye sorduklarında

Allah Resulü;

 "Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişinin diyaneti nisbetinde belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Ta, o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar." [5] buyurmuşlardır.

İllet imtihanıyla muhatap olan kişi bu sınavın Allahtan geldiği bilmeli, sabrı cemil göstererek manevi makamları murat etmelidir.

Amr İbn-i Osman el-Mekkî kuddise sirruh:

Sabır, Allah'a dayanıp sebat etmek ve belayı gönül hoşluğu ve rahatlığı ile karşılamaktır," der.

Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh buyurur:

"Ey oğul! Musibetler, üzerine yağdığı günlerde bile daima Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin huzurunda ol. Sen, O'nun sevgisinin basamağında duruyorsun. Bu Allah'ın huzurunda bulunuş ve sevgi basamağında oluş halini hiç bozma. Rüzgarlar ve fırtınalar seni yıkmasın. Süngüler seni delmesin. Sana dehşet vermesin. Bu takdirde gerek dış halinde, gerek iç aleminde sabit olursun. Öyle bir makamda bulunursun ki, orada yaratılanlar yoktur. Dünya yoktur. Allah Teâlâ'dan başka hiçbir şey yoktur. Fanileri (yaratılmışları) görmek ve aile efradının geçimi sana dert olmaz.

Nail olduğun nimetlerin azlığı veya çokluğu, övülmek veya zemmedilmek, ikbale kavuşmak veya ikbalden olmak sebebleriyle bu halini değiştirme. O zaman insanların, cinlerin, meleklerin ve diğer varlıkların, idrakinin ötesinde Allahü Teâlâ ile beraber olursun.

Sana daha önceleri îzah ettiğim gibi, sabır, ihlas, doğruluk, samimiyet esasdır.”

Bu üç imtihandan ikincisi olan gıllet; iftira,  bühtan [6] demektir. Yusuf Aleyhisselam yaşadıkları gıllet için peygamberler tarihinden bir örnektir.

Yusuf Aleyhisselam kardeşleri tarafında kuyu atıldıktan sonra yolcu kafilesi tarafından kurtarılıp Mısıra götürülüp az bir fiyata Mısırlı Aziz’e satılarak yanlarında yaşamaya başladı. Yusuf Aleyhisselam'ın gün geçtikçe güzelliği iyice ortaya çıkmaya başlayınca Mısır Azizin hanımı Yusuf’a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çağırdı. Yusuf (As.) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikâyet etti ve hapse attırdı.

Allah bizleri hıfzı muhafaza eylesin. Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

“Yusuf Aleyhisselam gibi iftiralara maruz kalmamak için dua etmemiz lazımdır. ‘Ya Rabbi Beni yabancı insanların iftiralarına maruz bırakma. Beni ailemle, çoluğumla çocuğumla, kendi iç âlemimde imtihan et’ diyerek dua etmemiz lazım.  Eğer Cenab-ı Zül Celal Hz.leri tarafından bir imtihana tutulacaksak, bu kendi içimizden birisiyle olsun ki hafif atlatabilelim yoksa Yusuf Aleyhisselam gibi imtihanımız çok ağır olur. Dışarıdan gelen imtihanlara tedbir açısından Rabb-ül Âlemine böyle niyaz da bulunmalıyız. Eğer başımıza istenmeyen böyle bir durum gelirse Yusuf Aleyhisselam yaptığı gibi yapmamız lazımdır, evladım” diyerek bizleri uyarmışlardır.

Bu üç imtihandan üçüncüsü zillet halidir; bir cihetiyle horgörülmek, küçük düşürülmek,  bir ciheti ile İslam dairesinin dışına çıkmak dalalete düşmektir. Buna da örnek Bel'am İbn Bâûradır.

Bel'am İbn Bâûra ;   Musa (as) zamanında yaşamış. İbadet ehli,  İsm-i a'zamı bilen, her duası kabul olan büyük bir âlimdi. İlmi o derecede idi ki, sözlerini yazmak için, iki bin kişi yanında bulunurdu. Şöhreti her yere yayılmıştı. Bulunduğu Belka Şehrinin valisi Belak, Hazret-i Musa’nın askerlerinin şehre girmemesi için, dua etmesini istedi. Ölüm ile tehdit etti. Can korkusu ile ve halkın verdiği rüşvete aldanarak, Musa Aleyhisselama beddua etti. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Musa Aleyhisselam'ın askerleri tarafından öldürüldü. Müminlere beddua ettiği için ilahi gazaba uğradı. Dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. (Onun gibiler köpek gibidir) diye dillerde kaldı. Kur'an-ı Kerimde de onun hakkında, mealen şöyle buyuruluyor:

“O, dünyaya meyletti ve nefsinin hevâsına uydu. Onun ibret verici hâli, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzer.”[7]

Ayeti Kerimede buyurulduğu gibi ;

Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).

Ey Rabbimiz! Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi (haktan) saptırma ve kendi cânib-i izzetinden bizlere bir rahmet bağışla. Şüphe yok ki vehhâb olan ancak Sen'sin.[8]  Duasını dillerimizden düşürmeyeceğiz inşaallah…

Rabbim maruz kaldığımız imtihanlara sabr-ı cemil gösterenlerden eylesin…

Ne güzel buyurmuş Yunus Emre’m;

Cana cefa kıl ya vefa,  Kahrın da hoş, lütfun da hoş,

Ya dert gönder ya da deva,  Kahrında hoş, lütfun da hoş. 


Hoştur bana senden gelen: Ya hilat-ü yahut kefen, 

Ya taze gül yahut diken… Kahrında hoş lütfun da hoş.

 

Gelse celalinden cefa  Yahut cemalinden vefa, 

İkisi de cana safa: Kahrın da hoş, lütfun da hoş. 


Ger bağ-u ger bostan ola. Ger bendü ger zindan ola,

 Ger vasl-ü ger hicran ola, Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

 
Ey padişah-ı Lemyezel!  Zat-ı ebed, hayy-ı ezel! 

Ey lütfu bol, kahrı güzel!  Kahrında hoş, lütfun da hoş. 


Ağlatırsın zarı zarı, Verirsen cennet-ü huri, 

Layık görür isen narı, Kahrında hoş, lütfun da hoş.


Gerek ağlat, gerek güldür, Gerek yaşat gerek öldür,

Âşık Yunus sana kuldur, Kahrında hoş, lütfun da hoş.



[1] Münâvî, Feyzü'l-Kadir,6/426.

[2] Enbiya-83

[3] Hülâsatü'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'ân, IX/3469

[4] Buhari, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizi, Cenaiz 1, (966)

[5] Tirmizi, Zühd 67, (2400)

[6] bir kimseye onda olmayan bir kusuru isnat etme. iftira

[7] Araf 176

[8] Ali İmran Suresi 8




Okunma Sayısı : 25307

Soru Tarihi: 4/27/2016

Yorumlar
elif boztepe

Allah razi olsun.

Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *