SORU ARA

SORULAN SORU

Evliya olmak isteyen kişi say-u gayret göstermeli mi? Yoksa Allah Teâlâ’nın seçtikleri evliya olur deyip sadece farz olan ibadetlerimizi yerine getirmeliyiz? Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin bir sohbetinde “çocuklarımıza hep okuyun, para kazanın diyorsunuz evliya ol diyeniniz yok” diyor. Çalışarak Abdullah Babam gibi olunur mu? Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri manevi görev verilirken ilk önce kabul etmediği görev evliyalık mıdır?

CEVAP

Sözlük anlamıyla veli, dost ve samimi arkadaş itaatkâr, komşu, işi üstlenen kişi demektir. İslami ıstılahta; Allah dostları, Allah'ın sevgili kulları,  Allah'ın sevdiği ve dost olduğu kişi demektir.

İman cihetinden baktığımızda Bütün müminler, iman edenler Allah’ın evliyasıdır, velisidir, dostudur.

Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.[1]

İmam Azam Ebu Hanife’nin veli tarifi ise şöyledir. Kuran’ın gösterdiği istikametten giden her muttaki insan Allah’ın velisidir. 

Her mümin için velilik kapısı açıktır. Bu sebeple Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle onun emir ve yasaklarını yerine getiren herkese veli diyebiliriz.

Veli olacağım, evliya olacağım diye değil, Allaha dost olmak için uğraşmamız, çalışmamız say-u gayret göstermemiz gerekir.  Allaha dostluk kulluğun zirve noktasıdır.

Allaha dost olmak ne demek?

Allaha dostluk iman cihetinden başlar, kademe kademe ilerlenilir.

“İyi bilin ki, Allah'ın velilerine (dostları)’na hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman eden ve takvalı olanlardır” [2]

Ayeti kerimde belirtildi üzere Allah dostları için “iman eden ve takvalı olanlardır” denmektedir. Kişi iman ettikten sonra takvalı olması için sayu gayret göstermelidir. Takva ile Allaha dostluk, vuslatta mesafe alınır. Bunun için mücadele etmelidir ki Allaha dostluk kesbidir[3] yani insanın kendi çabasıyla sonradan elde edilir.

Elbette bu dostluğun bir derecesi vardır. Kurân-ı Kerim’in hak ve hakikatini anlaması, sünneti seniyeye olan ittibası, İmanın ve amelin derecesi, nefsi terbiye etmede ki Mücahede[4] ve mücadelesi bu dereceyi belirleyen en önemli unsurlardır.

“Sizden Mekke fethinden önce, malını harcayıp savaşanlarla, fetihten sonra harcayıp savaşanlar bir değildir. Öncekilerin derecesi, bunlardan daha büyüktür. Ama Allah hepsine de, yine en güzel mükafatlar vaat etmiştir. Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır.”[5]

Tasavvufi acıdan evliyalık, Allaha dostluk ise kişinin dördüncü nefis meratibi olan nefs-i mutmainleye ulaşmasıyla başlar. Bu makam dervişlik, evliyalık makamıdır. Nefs-i Mutmainne’ye gelinceye kadar, manen kişi, insan sıfatında değildir. Buraya kadar insanda hep ruh-u sultani değil de ruh-u hayvani hâkimdir. Bu mertebeye erince insanlık sıfatı onda oluşur.

Bu bakımdan “Sureta Âdem görünüp, manada hayvan yürüme” denmesi bunu anlatmaktadır. Mutmainne mertebesine erişmeyen kimse, görünüş itibarı ile insandır ama ahlak yönüyle insanlık mertebesine ulaşmış değildir. Mutmainne’ye ulaşmayan nefis ise seyr-i sülûk’e müsait değildir. Züht ve takva ehlinin ulaşacağı en yüksek mertebe sıfat-ı mülhimedir.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Tarikat; Mürşidi Kâmilin gözetimi altında, Şeriat temellerine bina olunan, Rasulallah (sav) Efendimizin gece ve gündüz yapmış olduğu nafile ibadetlere devamlılıkla yürütülen, “TAKVA” yoludur.

Talip olan kişi Allah’ı zikrettikçe, Allah’ı sevdikçe, nefs-i emmare, levvame ve mülhimeyi geçtikten sonra, mutmainne makamına kadar gelir. Buraya geldiğinde;

Cenab-ı Zül Celal Hazretleri o kimseye;

 “Ey huzura kavuşmuş nefis! Sen Ondan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına katıl ve cennetime gir”[6] buyurur.

Nefs-i mutmainne makamına geldiği zaman, Rabbinin hitabını kalbinde duyacak hassasiyete ulaşır. Artık gönülde tereddüt kalmaz. Cenabı Zül Celal Hz.leri razı olunca nefsi basiretiniz, perde açılır. Nasıl ki zahirî gözümüz varsa, kalp gözümüz de var. Kalp gözü açılır ve o derviş Üstadını oturduğu yerde, rabıta hâlinde görür. Kabir haline vakıf olur, Beytullah-ı görür, Rasulullah (sav) Efendimizi görür, piranları görür. İşte buna da hakikat denilir.

Bu Mutmainne makamına gelen bir kimseye bizzat Allah-u Teâlâ, hitab ederek:

“Kulum ben senden razıyım” buyurur.

İşte bu makamda salik üstadına yaşadıklarını bildirmelidir ve Üstadı da onu şeriat edeplerine uymaya yönlendirmelidir ki, mürid bu hitabı duyunca:

“Artık benim işim tamam oldu, maksadıma ulaştım” gibi evham vadisine düşmesin. Zira böyle hareket edilmezse, sapıtma meydana gelir. Nitekim bu makama gelen bir kısım insanların saptıkları görülmüştür.”

Mümin say-u gayret göstererek bir Allaha dostlukta belli bir mertebeye kadar gelir ama Mürşidi Kamil olamaz.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.lerine ilk görev tebliğ edilirken verilen vazife ders şeyhliydi, mürşidi kamillik değildi.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri bu görevi kabul etmemiş ve şöyle bizlere aktarmıştır.  

Rasulallah (sav), evliyaullah ve 12 Piran hazretlerinin bulunduğu bir mecliste Abdülkadir Geylani Hz.leri bir beyaz kâğıt uzatır ve; “Bu senin irşat icazetindir,” der.

Efendi Hazretleri;

“Efendim ben ümmiyim, vazife istemiyorum. Derviş olayım, bana kâfidir” der.

3 defa bu teklif kendisine yapılır. Efendi Hazretleri reddeder.

O esnada Mevlana (ks) Hazretleri de;

“Evladım, herkes ben şeyh olayım, Mürşid-i Kamil olayım diye ağlayıp sızlanırken, sana teklif edildiği halde, sen reddediyorsun” diye söyler.

Bunun üzerine Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri

“Bu çok mesuliyetli, veballi bir vazifedir. Ben ümmiyim. Üstelik piranlardan vazife alanların helak olduklarını çok gördük. Eğer bana Rasulallah (sav) Efendimiz vazife verirse, bende bunu kabul ederim,” buyururlar. Böyle söyleyince, Rasulallah (sav) Efendimiz memnun olur ve tebessüm ederek;

Evladım Abdullah, senin istediğin 5 Nisan da verilecek, buyurur.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin “piranlardan vazife alanların helak olduklarını gördük” derken ders şeyhline işaret etmektedir. Buraya kadar olan kısım kesbi yani çalışmayla elde edilen bir durumdur. Buna evliyalık, velilik denir.

Ancak mürşid-i kâmillik vehbidir[7]. Yani Allahu Telanın istemesi, ihsanı sonucu, hak vergisidir, sırf çalışmakla elde edilmez.

Mürşidi kâmillik say-u gayretle kesbi olarak elde edildikten sonra Allahu Teâlâ’nın seçmesiyle olur.  Her isteyen Mürşidi Kamil olamaz. Allah dilerse, seçerse olur.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri “Rasulallah (sav) Efendimiz vazife verirse, bende bunu kabul ederim” derken Mürşidi Kamilliğe atıfta bulunmaktadır.

Ve sonunda İsteğin 5 Nisanda verilecek diyor Peygamber Efendimiz (sav) Hz.leri.

İşte bu istekte bulunabilmek için çalışmamız lazım.

Mürşidi Kamil olan zatlar Allah Teâlâ’nın “Hafız” isminin tecellisiyle muhafaza altına alınırlar tıpkı peygamber efendilerimizin İsmet sıfatıyla masum oldukları gibi…

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri bundan dolayıdır ki Evladım Mürşidi Kamillerin hatası olur ama asla günahı kebaire düşmez. Allah (cc) müsaade etmez. Buyurmaktadır.

Günahı kebaire düşmez ifadesinin kuranda delilini nerede görüyoruz. Yusuf Suresinde Züleyha’nın Hz. Yusuf’u istemesi hakkında “Eğer Rabbinin burhanını[8] görmemiş olsaydı Züleyha’ya temayül ederdi.” diye buyurmaktadır.

İbn-i Abbas Hz.lerinin rivayetine göre Hz. Yusuf, kadına yaklaşmaya kastettiğinde, “Sakın ha, sakın!” diye bir ses işitti aldırmadı, Sonra, Hz. Yakup’un hayâlini gördü, o parmaklarını ısırıyordu; ama yine aldırmadı. Hz. Yakup, Yusuf’un göğsüne vurunca şehveti, Hz. Yakup’un parmaklarının ucundan çıkıp gitti”

Bazı evliyalar daha doğumundan itibaren Allaha dostlukları varken bazı evliyalar ise çok büyük günahlar işleyip hatta kâfir olarak hayatını bir süre geçirip, sonradan tövbe edip say-u gayret göstererek büyük makamlara gelen insanlar vardır. Bu durumu Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri şöyle tarif etmektedir;

Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin iki çeşit evliyası vardır.

Biri; Allah-ü Teâlâ’yı seven evliyadır. Bu zatlar belli bir yaşa kadar bir takım hatalar, günahlar işlerler ve daha sonra yaptıklarına nedamet duyarak tövbe ederler. Nefsi ile çetin mücadelelere girerek Allah’a dostluk kapısını açarlar. Tasavvuf yolunda büyük hizmetleri olan Bişri Hafi Hz.leri, Habib-i Acemi Hz.leri gibi, mübarek zatlar bu zümredendir.

Diğer bir evliya zümresi ise Allah’ın sevdikleridir.

Bu zatlar ise daha doğduklarından itibaren ilahi muhafaza altındadır. Günahı kebairden uzak, yalnız Allah-ü Teâlâ Hz.lerine layık bir kul olabilme mücadelesine çocukluğundan itibaren başlayan kimselerdir. Böylesi zatların çocukluk dönemlerinde pek çok harikuladelikler zuhur eder. Cenabı Hak, o kulunu insanlara irşad için gönderdiğini daha küçük yaşlarda insanların kalbine ilham eder.

Pirimiz Abdülkadir Geylani Hz.leri, Pirimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz.leri ve daha nice evliya kiram bu zümredendir.

Bu zatları görünce Allahu Zülcelâl Tekaddes Hz.leri hatırlanır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav);

Öyle zatlar var ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görülünce Allah hatırlanır. [9]

 


[1] Bakara Suresi 257

[2] Yunus Suresi 62 63

[3] Kesbi : sonradan elde edilmiş olan demektir. İnsanın kendi çabaları ile kazanmış olduğu şeyleri tanımlamak için kullanılır.

[4] Mücahede: Sâlikin nefis, şeytan ve düşmanla mücadele etmesi anlamında tasavvuf terimi

[5] Hadîd Suresi 10

[6] Fecr Suresi 27,30

[7] Vehbi: Al­lâh’ın ihsâ­nı so­nu­cu olan. Al­lâh ver­gi­si, fıt­rî anlamlarına gelmektedir.

[8] Burhan: Kanıt, delil, işaret

[9] Taberanî




Okunma Sayısı : 1287

Soru Tarihi: 1/8/2023

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *