SORU ARA

SORULAN SORU

Ne olursa olsun başımıza gelen şeyler hakkımızda en hayırlı olan mıdır; yoksa günahlarımızdan, gereken tedbiri, tevekkülü tam gösteremiyor oluşumuzdan ötürü Rabbimiz daha az hayırlı olanı ya da O-na daha yakın olamayacağımız bir hâli mi verir? Şöyle şöyle yapsaydım Rabbim belki de bundan daha hayırlı olanı nasip ederdi gibi bir söylem doğru mudur?

CEVAP

Güç ve kudret sahibi, her şeyi yoktan var eden Allahu Teâlâ’dır. Her mahlûk, onun azamet ve kibriyası karşısında küçük kalır ki bütün kâinat içindekileri ile beraber onun büyüklüğü karşısında bir toz zerresi bile değildir. İnsanın derecesi bu iken bir şeyi yaptım, ettim ya da başardım denmesi ne kadar doğru olur.

“..attığın zaman sen atmadın,  ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah,  işitendir,  bilendir.” [1]

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah,  bilendir,  hüküm ve hikmet sahibidir.” [2]

“Oysa sizi de,  yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” [3]

“Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.” [4]

İnsan sebepler ve silsileler, vasıtalar ve vesileler dünyasında yaşar. Rızkı veren Allah’tır ama O bize rızkımızı belli bir vasıta ve vesile ile verir.  Alemdeki bütün işleri de Allah yarattığı halde, birden değil de aşamalı yaratarak kendi kudretini sebepler perdesiyle gizlemiştir. İman ve imtihanı mümkün kılmıştır.

Bizler neyin hayır neyin şer olduğunu bilemeyiz. Ayeti Kerime de ;

“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [5]

Hayır, olarak neyi kastettiğimiz çok önemlidir. Helal dairede hayır vardır. Günah işlemekte,  şeytana yada nefse uymakta bir hayır olduğu söylenemez.  Bazen hayatımızda çok isteğimiz şeylerin yıllar geçtikten sonra bizim için hayır olmadığını çoğu zaman tecrübe etmişizdir.  Şems Hz.lerinin de dediği gibi “Olmadı diye sızlandığın duaya, gün gelir olmadı diye şükredersin.”

Hayatın akışı içerisinde gerçekleşen olaylarda bazen bizim hiçbir müdahalemizin olmadığı işler olur. Cenâb-ı Hak kullarını neye sevk ederse etsin ve nasıl bir neticeye ulaştırırsa ulaştırsın, O'nun takdirinin her zaman en isabetli, bereketli, faydalı, sevaplı ve akıbet itibarıyla da en hayırlı tercih olduğu unutulmamalıdır.

Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

"Kuvvetli mü‘min zayıf mü‘minden hayırlıdır. İkisinde de hayır vardır. Hırsını sana faydalı olan şeylere yönelt. Allah‘a güven. Acizlik gösterme. Eğer sana bir şey isabet ederse:

"- Şöyle yapsaydım böyle olurdu" deme. Fakat "Bu Allah‘ın takdiridir. O, dilediğini yapar" de. [6]

Bizler bir işi yaparken istişarelerimizi yaptıktan sonra elimizden gelenin en güzelini, dinimize en uygun olanını yapmaya çalışırız. Her türlü tedbiri alırız. Tedbir bizden, takdir Allah'tandır. Atalarımız ne güzel söylemişler: "Tedbirde kusuru olan, takdire bahane bulur."

Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), devesini salıvererek Allah'a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye "Onu bağla da öyle tevekkül et." buyurmuştur. [7]

Müminlerin başına gelen olayların sebepleri vardır. Günahımızdan ötürü, sınanmadan ötürü ve birde derece almak olarak sıralayabiliriz.

1. Bunlardan birincisi işlediğimiz günahlar sebebiyledir.

"Size gelen musibet, işlediğiniz (günahlar) yüzündendir..." [8]

"Sana gelen kötülük, kendindendir, (günahların yüzündendir)..." [9]

"...Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez..." [10]

Aşk eri Hz. Mevlana’ya atfedilen şu veciz ifadede geçtiği gibi:

“Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça”

Bizler başımıza bir mevzu geldi zaman “eğer ben layıkıyla kul olmuş olsaydım, Allahu Teala bana bunu vermezdi” düşünmemiz gayet normal. Güç kuvvet sahibi Allahu Teala Hz.leridir. Biz ne yaparsak yapalım netice itibariyle Allah’ın dilemesiyle olur. Musibet başımıza gelmişse, nefsimizi suçlayalım; onu tövbeye sevk edelim. Peygamber Efendimiz (sav):

"Her musibet, affedilecek bir günah için gelir."[11]

"Mümine gelen her sıkıntı, günahlarına kefaret olur."[12]

"Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir."[13]

Başkalarına gelen belâ ve âfetleri ise onların terakkilerine vesile bilelim. Böylece hem nefis terbiyesinde yol kat etmiş, hem de başkaları hakkında kötü düşünmekten kurtulmuş oluruz.

2. Müminler sınanırlar. Özde bir Müslüman mı yoksa sözde bir Müslüman mı olduğu ortaya çıkması için sınanırlar. Allah dünyayı insanlar için geçici bir yurt olarak yaratmıştır. Müminlerin kötülüklerinden arınması cennete layık bir yapıya ulaşması, inkârcıların ise kötülüklerinin ortaya çıkması için sınanırlar.

“İşte orada inananlar, sınanmış ve adamakıllı sarsılmışlardı.”[14]

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? [15]

3. Cennette yüksek derecelere kavuşması için mümine musibet gelir. Bunun için peygamberlere çok bela ve musibetler gelmiştir.

"Musibet, kavuşulacak bir derece için gelir."[16]

"Allah Teâlâ'nın hayrını murad ettiği kul, belaya maruz kalır." [17]

"Allah’ı ve Resulünü seven, belaya (hazırlıklı olsun) zırh giysin!" [18]

Anlaşılacağı üzere başa gelen her musibet günahlardan yada yapılan yanlışlıklardan dolayı gelmemektedir. Mesela peygamberler günahsız olmalarına rağmen, en büyük musibet onların başlarına gelmiştir.  Nitekim Peygamberimiz (sav) vefatından önce çektiği ağır hastalığın sebebini şöyle açıklamıştır:

Hastalığın şiddeti, ateşin yüksekliği sebebiyle Peygamber Efendimiz yatağında bile rahat edemiyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyordu. Başucunda bulunanlar, bu durum sebebiyle dediler:

"Yâ Rasulullah! Eğer bizden birisi bu derece ıstırap çektiğini izhar[19] etseydi, muhakkak bizi tekdir[20] ederdin."

Resûl-i Ekrem (sav) cevabıyla durumunu şöylece izah etti:

"Benim hastalığım bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Teâlâ, salih ve mü'min kullarını belânın, hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine mübtelâ eder. Fakat o belâ, o musîbet ve o hastalık vasıtasıyla o mü'min salih kulunun derecesini yükseltir, günahlarını yok eder." [21]

Musibet kahır değildir; her musibeti, her hastalığı yahut her felaketi mutlaka bir kahır tecellisi olarak görmemek lâzım.

Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:

“Belâların en büyüğü peygamberlere, sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir.” [22]

Rasulullah (sav) Efendimizin Uhud Gazvesinde miğferi parçalanmış,  dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Bu sıkıntıları çekmesinin bir sebebi yapılan bir hareketten dolayı mı? Tabi ki hayır. Bu yaşananların hepsinin birer hikmeti vardı. Taif de Peygamber Efendimizin mübarek bedenini müşrikler tarafından taşlanmıştı. Çeşitli hadis rivayetlerinde kaydedildiğine göre Hz. Âişe annemiz bu yaşananları daha sonraları, hayatında Uhud Gazvesi’nden daha zor bir gün yaşayıp yaşamadığını Rasulullah (sav) sorduğunda, o da Tâif dönüşünü hatırlatmıştı.

Peygamber (sav) Efendimiz Taif’de bu sıkıntıları çekmesinin akabinde ise miraç hadisi gerçekleşerek manevi âlemlere seyahat etme mazhariyetini elde edecekti.

 



[1] Enfal Suresi,  17

[2] İnsan Suresi,  30

[3] Saffat Suresi,  96

[4] Mümin Suresi 62

[5] Bakara Suresi 216

[6] Müslim C/4, Sf: 2052

[7] Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyame, 60

[8] Şura Suresi 30

[9] Nisa Suresi 79

[10] Rad Suresi 11

[11] Ebu Nuaym

[12] Buhari

[13] Hakim

[14] Ahzap Suresi 11

[15] Ankebût Suresi 2

[16] Ebu Nuaym

[17] Taberani

[18] Beyhaki

[19] İzhar: Açığa vurma. Meydana çıkarma

[20] Tekdir: Azarlamak. Kederlenme.

[21] İbn Sa’d, Tabakat, 2/207-208

[22] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/519, no: 1056; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3/343





Okunma Sayısı : 4755

Soru Tarihi: 1/18/2020

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *