Sayfa Yükleniyor

Ahıskalı Ali Haydar Efendi Hz.leri

İnsanlara ilmi, irfanı ve yaşantısı ile örnek teşkil eden, Allah-u Teâlâ Hazretlerinin kendisini dostluk makamına kabul ettiği Ali Haydar Efendi (ks) Hazretleri, 1870 yılında, Gürcistan’ın Ahıska Kazası'nda dünyaya geldi. Babasının ismi Şerif Efendidir. Henüz iki yaşında iken annesini, dört yaşında da babasını kaybetmiştir.

Bundan sonra hem öksüz, hem de yetim kalan Ali Haydar Efendi (ks) Hz.leri, ufak yaşlardan itibaren ilme karşı büyük bir istek ve arzu duymuş, ilk ilim tahsiline memleketinde başlamıştır. Daha sonra Erzurum’da medrese eğitimine devam etmiştir.

Erzurum’dan sonra İstanbul’a gelen Ali Haydar Efendi (ks), Fatih Camii şerifinde derslere devam ederek, Beyazıt Dersi-imamlarından Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi’den 1901 yılında icazet almıştır.

Ali Haydar Efendi (ks) Hazretleri, Ahmet Hamdi Hoca'nın derslerine devam ederken, o devirde kadı yetiştiren, şimdiki hukuk fakültesinin ilk şekli olan Medresetü’l-Kuzzat’a (Şeriat Kadısı yetiştiren okul, şeriat hâkimi, bu güne göre Hukuk Fakültesi)giderek, oradan da diploma almıştır (1906).

İlk Adli vazifesi Burdur Kadılığıdır. Daha sonra pek çok vilayetlerde kadılık yapmıştır. En son İstanbul’da Temyiz Mahkemesi üyeliği, aynı mahkemenin Hukuk Dairesi üyeliği, sonra Temyiz Mahkemesi başkanlığı görevinde bulunmuştur.

 

Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, Hukuki İslamiye ve Islahatı Fıkhiye Kamusu eserinde, Ali Haydar Efendi den bahsederken;

“Yüksek çalışkan fukahamızdan madudtur”, diye kendisini övmüştür.

 

1914 yılında Fatih Camiinde talebe okutmaya başlamıştır. Fetvahanede fetva vermiş, gösterdiği büyük iktidarla 1914 yılında Sahn Medresesi Fıkıh Müderrisliğine tayin edilmiştir.

1. Dünya Savaşı’nın ardından 14 Kasım 1914’te ilan edilen (Cihad-ı Ekber) fetvasını, Fetva Emini sıfatı ile Fatih Camiinde okumuştur. Aynı zamanda 23 Kasım 1914’te Cihat Beyannamesinde bulunan yirmi dokuz imzadan birisi de Ali Haydar Efendi (ks) Hazretlerinin imzasıdır.

Ahıskalı Ali Haydar (ks) Hazretleri ilim noktasında en son yere kadar çıkmış, yüksek şerefli, şöhretli bir zât idi. Hitabeti çok kuvvetli, fakihliği dört mezhebe fetva verecek kadar güçlü, tesir ve ikna kabiliyeti yerinde idi.

1913 ve 1914 yılları arasında, bir Ramazan ayında, Bandırma’ya vaaz etmek için gider. Tabi, kendisi İstanbul ulemasından olduğu için heryerde rağbet görür. Vaazları genelde tarikat ve tasavvuf aleyhinde olur.

Bir gün, sabah namazından sonra sohbet ederken isim vererek, 

─ Burada Bezzaz Ali Rıza Efendi var, esnaftır, tarik ehlidir. Şöyle yapar, böyle yapar, diye aleyhinde konuşur.

Cemaatin içerisinde, Ali Rıza Bezzaz Hazretlerinin talebelerinden, Börekçi Hasan Efendi de vardır. Vaazı dinler ve namazdan sonra olup biteni Ali Rıza Bezzaz-i Hazretlerine anlatır. 

Bezzaz-i Hazretleri:

─Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecektir, diye buyururlar.

Bu hadiseden sonra Ali Haydar Efendi (ks) Hazretleri'nin gönlüne bir od (ateş) düşer. Tasavvuf ve tarikat ehline karşı bir sevgi alâka başlar. Kalbi vecd, istiğrak ve cezbe ile dolar. Dev cüsse, cübbe ve sarığı atarak camiden çıkar. Pazaryerinde, bez satan Ali Rıza Bezzaz Efendinin yanına varır. Söylediklerinden pişmanlık duyduğunu ve onu affetmesini, evlatlığa kabul etmesini diler.

Bezzaz Ali Rıza Efendi (ks) Hazretleri kolundan tutar, sırtını okşar ve:

─İstanbul’da Hacı Ahmet Efendi var, ona git, der.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks), İstanbul’a gelip, Hacı Ahmet Efendiyi bulur. O da;

─Topkapı da Ali Efendi var, ona git, der.

Bu yol çile yoludur. İmtihanlar, sabır, teslimiyet, her bir şey ölçülür. Nihayet, Topkapı’da, kendisine bildirilen köhne, dökük bir evin kapısını çalar. Yarım saat kadar kapıda bekler. O an nefsi ile baş başa kalmıştır ve nefsi ona şöyle haykırır; “Ey Ali Haydar! Sen ki padişahın huzur dersleri, başmuharrir ve baş muhatabısın. Böyle bir adamın, köhne evinin önünde kapıyı açmasını bekliyorsun. Bu sana yakışır mı?”

Daha sonra kapı açılır ve bir kız çocuğu çıkar:

─Buyurun, içeri, der.

İçeri giren Ali Haydar Efendi (ks), bir saat daha içeride bekler. Bu sırada saçı sakalı ağarmış, zayıf bedenli bir zât içeri girer. Bu kimsenin Ali Efendi olduğunu anlayan Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks), hemen elini öpmek ister. Fakat o zât;

─Çek elini, ben samimiyetsizlere el veremem, der.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks), kendi sıfatlarını ve makamlarını saymaya başlayınca, o zât; “Sus, sus” deyip O’nu azarlar.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks) ağlamaya başlayınca da;

─Ya, amma da sulu gözlü hocaymışsın, seni imtihan ettim, der. O anda bazı değişiklikler hisseden Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks), karşısındaki Ali Efendiye mürid olup, sohbet ve derslerine devam eder.

Nasıl ki, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri; “Numan’ın son iki yılı olmasaydı; Numan helaktaydı” diyerek, Allah-u Teâlâ Hazretlerine vasıl olabilmenin ilim ile değil, bir Mürşid-i Kamil zâtın terbiyesi, himmet ve nazarı ile kazanılacağını idrak etmiş ve ehli beytten, Cafer-i Sadık (ks) Hazretlerine intisap etmiş ise; Ali Haydar (ks) Hazretleri de, içindeki o manevi boşluğu bir Mürşid-i Kamile intisap ederek doldurmuş ve Allah-u Teâlâ Hazretlerine, üstadının himmeti ile seyru sülûkunu tamamlayarak vasıl olmuştur.

Kendisine 1914 yılında manevi vazife verildikten sonra, Fatih ilçesi Çarşamba mevkii, Cebecibağı Mahallesinde, İsmail Ağa Camiinden Fener Kilisesine doğru giden sokağın sonunda bulunan dergâhta, insanları irşada devam etti.

Burası, Şeyh Mustafa Garibullah Efendi Hazretlerinin dergâhıdır. Nakşî silsilesinden otuz ikincidir. Yanında otuz üçüncü Şeyh Halil Nurullah Zağravi Hazretleri vardır. Yan yana kabri şerifleri oradadır. Otuz dördüncü silsile Ali Rıza Bezzaz-i Hazretleridir ve Bandırma’da metfundur. Otuz beşinci silsile Ali Haydar (ks) Hazretleri olmuştur.

Her evliyaullahta olduğu gibi, Ali Haydar Efendi (ks) Hz.lerinin de, o dönemlerde çile ve sıkıntıları olmuş. O’nu istemeyenlerin ve fitnecilerin çıkardığı yaygaralardan dolayı, polis nezarethanelerine atılmış, İstiklal Mahkemelerinde yargılanmıştır.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ks) ömrü hayatını, insanlara hak ve hakikati anlatmak için geçirmiştir. Edebin birini dahi terkine rıza göstermemiştir. Pek çok ilim erbabı yetiştirmiş, kıymetli müritleri olmuştur. Vaktinin büyük bölümünü Kur’an-ı Kerim okumakla geçirmiştir.

“Sülbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır”, buyurmuştur.

Uğrunda, hayatı boyunca mücadele ettiği en büyük gayesi, Allah’ın indirdiği ile hükmetmek idi. Maruz kaldığı çile ve meşakkatlere göğüs gererek Emr’i bi’l-maruf’a büyük önem verirdi.

“Dini Mübini İslam'ın devam ve bekası, Emr’i bi’l-maruf ve nehyi anil münkerin devamına; dini mubini İslam'ın yıkılması ise, Emr’i bi’l-maruf ve nehyi anil münkerin, terkine bağlıdır” buyururdu. 

O, gözlerin nuru, kalplerin süruru idi. Marifet deryası ve sırlar hazinesi idi. Pek az kimselere nasip olan makamların sahibi idi. Aşkla ve muhabbetle yanan kalplerin tabibi idi. Dergâhının bulunduğu mahalledeki evinde 1 Ağustos 1960 yılında vefat etti.

Vefatı sırasında ayetler okuyarak, etrafındakilere nasihatler ederek, tebessümler saçarak, dâr-ı bekaya göç etti. Mübarek naaşı, Yavuz Selim Camiinde kıldırılan cenaze namazından sonra, Edirne Kapı Sakız Ağacı kabristanına defnedildi

İlel Cenneti Ebeda…!

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.leri için zor ve sıkıntılı günler başlamıştır. Fakat O, şeriat-ı Ahmediye ve Ahlak-ı Muhammediye’ye sonsuz derece bağlılığı ile örnek teşkil etmiştir.

Hacı Mustafa Efendi Hz.leri dergâh çavuşu iken, mesaisinin çoğunu ihvanın işine sarf ederdi. Hatta zikrullaha gelmesi için bir dervişin ayağına on kere gittiği dahi olurdu. Dervişlerin ayakkabılarını çevirir, ceketlerini asar, çaylarını yapıp dağıtırdı. Hatta kendisine bu yüce görevin, çok hizmet ettiğinden dolayı verildiğini söylerdi. Buna rağmen, bazı hasetçilerin de hedefi olmuştu. En yakın arkadaşlarının dahi, kendisine muhalefet ettiklerini, gelen dervişlerin ayağını kaydırmak için çalıştıklarını ve pek çoklarını da caydırdıklarını söylerdi.

Netice olarak, Allah (cc) yolundan saptıranların akıbetlerinin perişanlık olduğunu belirtirdi. Hatta birisi öyle olmuş ki;

─Ulu Caminin tuvaletinde bir eli ile simit yerken ve diğer eli ile de ihtiyacını gideriyordu. Bu hale de Çorumlular şahit oldular, demiştir.

Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, o günlerde köy köy gezerek, terzi malzemesi (tela) satıcılığı yapıyor gibi görünür, insanlara Allah ve Resulünden bahseder, manevi güzelliklerden anlatır, insanları Hakka çağırır. 

Gariptir ki; o tarihlerde Hacı Mustafa Efendiyi taşlayan Çorum halkı, bugün kerametlerini dilden dile anlatmaktadırlar. Zaten hakikat erenlerinin durumu hep aynı olmamış mıdır?

Hacı Mustafa Efendi Hazretleri şöyle anlatır;

“Çorum da on iki tarikata ait, birçok dergâhlar vardı. Ulu Cami’de sabah namazından sonra zikir devranı yapılırdı. Bütün şeyhler, müritleri ile katılırlardı. Bu tarikatlar arasında o kadar sıkı bir münasebet ve muhabbet vardı ki; hangi müridin, hangi Şeyh Efendiye tâbi olduğu bilinmezdi. Şeyh Efendiler, yaş sırasına göre halakayı yönetirlerdi. Zikrin sonunda en yaşlı olan Şeyh Efendi, dua ile merasim hatmi ettirir ve her bir şeyh ile tek tek kucaklaşırdı. Zikrullah bitip de ayrılma saati geldiğinde, her mürit kendi şeyhini takip ederdi. İşte o zaman hangi mürit hangi şeyhe tâbi imiş anlaşılırdı. Şimdiki gibi “ Senin dergâhın, benim şeyhim” ayrımı yapılmaz hepsine aynı edep ile muamele edilirdi”.

(Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, evliyalık noktasında, zamanın üçlerinden ve rical-i gayb erenlerinden, yüce keramet sahibi bir zât idi).

O büyük zâtın kerametine bizzat şahit olmuş ve kerameti yaşamış olan müritlerinden Hilmi Efendi şöyle anlatır;

“Bir Cuma günü, Efendinin sohbetinde bulunuyordum. Kendim Çorum’a bağlı bir köyde imamlık yapmaktaydım. Üstadımın sohbetinden erken ayrılıp, Cuma namazına yetişmek istiyordum. Fakat sohbeti bölmeye cesaret edemedim. Üstadım;

─Haydi, oğlum camiye gidelim, deyince, hiç sesimi çıkarmadım fakat içimden;

─Benim köydeki camiye yetişmem imkânsız, diye geçirdim. Ama dışarı çıkınca Efendi Hazretleri:

─ Haydi, oğlum sen köydeki camine yetiş, dedi 

Ben de;

─ Baş üstüne, dedim ve yanından ayrıldım. 

Allah tarafından olsa gerek, birden yıllardır gidip geldiğim yolu kaybettim. Daha ne olduğunu anlayamadan kendimi köydeki camide buldum. O şaşkınlık ve hayret içinde cuma ezanını köydeki camide okudum. Elhamdülillah.”

Gösterdiği kerametlere örnek bir hadiseyi de Hacı Mustafa Efendi Hazretleri şu şekilde anlatmıştır;

“Çorum Müftüsü ve âlimlerin bulunduğu bir topluluğa davet edildim. Topluluk bir park yerinde idi, benden keramet göstermemi istediler. Zaruretten dalda duran bir kuşa işaret ettim ve kuş gelip omzuma kondu. Bir müddet sonra işaret ettim, kalkıp gitti. Buna itiraz edip “tesadüf” dediler. Bu sefer uzakta nokta gibi küçük görünen bir kuşu çağırmamı istediler. Ona da aynı şekilde işaret ettim. Kuş geldi başımın üzerinde bir müddet döndü. Sonra işaret ettim gitti.

Gariptir ki, orada bulunan halk, müftü ve hocalara; “Ey hocalar! Sizler ilim sahibisiniz, bir de siz keramet göstersenize” diyemediler”.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.lerinin kerametini bizatihi yaşayan Nevşehirli bir başka kişi şöyle anlatıyor:

“O zamanlar pek kimsenin arabası yoktu. “Hayati” diye bir kişi var, o da biraz ters birisi idi. Bir tek onun arabası vardı. Abdullah Baba Hz.leri de; o dönemde Nevşehir’in zakiri idi. 

Hayati’ye;

─Hayati Efendi arabanın mazotunu koyalım da bir Çoruma gidelim, dedi.

Hayati; 

─Yok, benim ne işim var oralarda, dedi ise de Efendi Hz.leri ikna etti.

─ Sabaha gideceğiz, diye konuştuk ve ayrıldık.

Evine gidince vazgeçmiş. “Benim tarikatçılarla falan işim yok” diye kendi kendine söylenerek yatmış. Rüyasında Çorumlu Mustafa Efendi Hz.leri geliyor;

─Sabah kalkınca arabayı çalıştır ve misafirlerimi getir, gel, diyor. Ama yine gitmemekte kararlı bir şekilde tavır koyuyor. Birazdan yine üzerinde cübbesi ile Mustafa Efendi Hz.leri geliyor;

─Oğlum, sabah arabaya binin gelin, diyor ve bu sefer biraz da kızıyor. Bu rüyanın tesiriyle sabah geldi, buluştuk. Çoruma vardık. Mustafa Baba’nın hanesi biraz küçüktü. Beş kişiyle de dolardı, kırk kişi ile de dolardı. Bana sobanın yanyıda yer düştü. Soba nasıl yanıyor ama borular kızarmış bir vaziyette. Öyle sıcak ki şimdi elbiselerim alevlenecek diye düşünüyorum. İçimden şöyle dedim: “Efendim, ben yeniyim. Pek usûl bilmem ama ben yanıyorum haberiniz olsun”, der demez; omzumdan aşağıya doğru soğuk soğuk sanki su döküyorlar.

Bu sırada çay içiyorduk. Bizim Hayati, bir bardak çay içtikten sonra içinden; “Eğer sen şeyh isen, bana bir çay daha söyle. Benim canım çay istiyor” demiş.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi dizlerinin üstüne doğruldu.

─Oğlum Metin!” dedi. Parmağıyla göstererek;

─Şu arkadaşa bir çay daha ver de, içsin, dedi. Oradan ayrıldıktan sonra, Hayati; Efendi Hz.lerine dönerek:

─Abdullah ağabey! Sizler çok iyi bir yoldasınız. Ben içimden geçirerek üstadınızdan çay istemiştim, bu mübarek içimden geçenleri bildi. Rüyamda gördüğüm zât yine bu mübarekti. Üzerindeki cübbesi de orada asılı idi, dedi.

O dönemlerde benzin karaborsa, pek bulunmuyor. Biz de düştük yola geliyoruz. Nevşehir’e elli kilometre kala, Hayati;

─Benzinimiz bitti, şimdi ne yapacağız nerden benzin bulacağız, dedi.

Abdullah Baba telaşlanmamasını, yola devam etmesini söyledi. Fakat Hayati hala panik içerisinde söylenip duruyordu. İkinci kez Abdullah Baba deyince; sesini kesti öylece Nevşehir’e kadar geldik. Hayati çok şaşkın ve hayretler içerisinde;

─Yahu bu nasıl oldu! Benzinimiz bitmişti. Benzinsiz nasıl geldik? diye söyleniyordu. Efendi Hz.leri, Hayatiye;

─Sana ders verelim, dedi.

─Abdullah ağabey! Ben hırsızlık hariç, her türlü haksız kazanç yerim. Bu nasıl olacak? dedi ise de; Efendi Hz.leri gayet hoşgörülü bir şekilde:

─Sen iyi bir insansın, Allah (cc) seni muhafaza etsin, diye dua etti.

Abdullah Baba dua ettikten sonra, bir daha o işler için adamın bankaya gittiği olmamıştır”.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, 1960 yılındaki ihtilalde yaşadığı hadiseyi bizlere şöyle nakletmiştir;

“1960 yılında, ihtilalde beni hapse atmışlardı. Cezaevi müdürü çok iyi bir insandı. Bize oldukça kibar davranıyordu. Cezaevindeki mahkûmlara:

─Müslümanlar bir tarafa, diğerleri bir tarafa ayrılsın, dedim, ardından;

─Ey Allah’a iman eden mahkûmlar! Bakın, Müslümanız diyorsunuz. Burası Hz. Yusuf’un makamı, burada ticaret yapamazsınız, ailenizle görüşemezsiniz. Vaktinizi boş boş harcayacağınıza; bari abdest alın, namaz kılın ki, hiç olmazsa sevap almış olursunuz, dedim.

Mahkûmlar;

─Ama Efendim, burada biz altmış kişiyiz. Buna karşı, bir banyo, bir tuvalet bir de abdest alacak çeşme var, bu yetmez ki, dediler.

Cezaevi müdürüne rica ettim. Uygun bir yere dört tane daha abdest almak için çeşme yaptırdılar. Artık mahkûmlar, abdest alıp, namaz kılmaya başlamışlardı. Fakat bizim suçumuz olmadığı için serbest bırakıldık. Bu haberi duyan mahkûmlar ağlamaya başladılar. Onların ağlamasına dayanamadım. Sırf onların hatırı için iki gün daha orada kaldım. İki gün sonra vedalaşırken;

─ Elhamdülillah, Elhamdülillah! Ne mutlu ki sizlere; dininizi, İslam’ı, ahlakı, Kur’an okumayı öğrendiniz. Bu şekilde, hayatınızı devam ettirin, dedim. Ağlaya, ağlaya oradan ayrıldık”.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, şartlar ne kadar zor olursa olsun, Allah ve Resulünün sevgisini insanlara anlatmak için, büyük çaba harcamış ve maddi manevi gücünü her zaman, diğer insanlarında imanlarını kurtarma yolunda, sarf ederek yaşamıştır.